Bütün renkler hızla dışlanıyordu, önceliği mora verdiler. Ben de üç adım öne çıkıp önüme gelen herkese içimden şişko dedim. Çünkü küçüktük, çünkü bu tur küfürler revaçtaydı.
Annem saçlarımı hiç örmedi ben de hiç uzatmadım. Örseydi uzatırdım aslında belki. Barbi ya da arabalar yerine tüylü bir hayvanım olsaydı evde oturur tüm gün onu severdim bir de tabii. Pembe ya da mavi olmak zorunda değildim, sahip olduklarımı korumayı da çok iyi öğrenmiştim, ben de sokakta kumlarla oynayıp üstümü güzelce kirlettim. Oyuncaklarım muhtemelen kendilerine süs eşyası muamelesi yapmayan birilerine verildi sonra.
Biz daha çok tren raylarına değersiz bozuk paralarımızı dizip tren geçtikten sonra çapı iki katına çıkmış demirlere taso muamelesi yapan çocuklardık. Aslında kendilerini kağıtların altına koyup kurşun kalemle kapkara bir kopyalarını çıkararak da eğlenebilirdik, bilmiyorum. Zaten etraftaki her şey karakalem çizimdi gerçi. Altılı boya kalemleri aklındaki resmi renklendirmeye yetmeyince aman be diyip komple karartıyor insan zaten içini dışını, sayfayı defteri, elini kolunu, falanı filanı hani. İnsan değil çocuktum, aman be dedim ben de. Gittim her şeyi mora boyadım. Altı rengi aynı anda kullanmaya çalışırsan cephanenin sadece bununla sınırlı olduğunu bilirler ama bir renk kullanırsan tek bir boyan olduğunu değil kafayı sıyırdığını düşünürler. Nispeten daha güzel bir şeydi bu. Yani öyle olmalı diye düşünüyorum. Çok emin değilim.
Okullar kesinlikle ikici yuvamız değildi ama bundan eminim. Hangi okulun içinde ıslak burunlu kediler köpekler vardı ki. O halde bile sokak yuvalarımız dahilinde sayılmıyordu. Bir de o zorunlu ikinci yuva bir süre sonra birinci yuvanın üstüne çöküp kısmen evdeki herkesi, doğrudan ve bilinçli olarak bizi ezip suyumuzu içiyordu. Sokakta yaptığım kumdan yaratık çok istememe rağmen canlanmayıp sokakta kalırken evde çizdiğim tek boyutlu yaratık evde kalamıyordu. Evde unuttuğum her şey için kendimi de evde unutmam isteniyordu. Tembelliğimi ve yalancılığımı biraz örtüp okula yarısı yapılmış ödevler götürüyordum, yarısı azaltılmış azarlar yiyordum. Eve döndüğümde hayata yarısı yenmiş elmalar sunuyordum, hayat bana cevaben niyeti iyi olmayan terlikler gönderiyordu. Yarım bırakılmış tabakların hepsinin bizzat arkasından ağlatılıyordum. Karma kesinlikle düzgün çalışmıyordu. Morun da içi dışı hunharca zımparalanıp iliği kemiği sökülüyordu yani.
Ve çaktırmayın karma hala düzgün çalışmıyor. İçi boşaltılmış tabaklar karşılığında gittikçe dolan bedenler alıyoruz. Bitirilmiş ödevler için bir kademe zor olan yeni ödevlere sahip oluyoruz. Hayat her seferinde daha saçma sorular soruyor sonra. Elindeki kertenkele resmini gösterip hadi çocuklar bana bu dinazorun diğerlerinden farkını söyleyin diyor. Ben de tabii ki mor ve keskin boynuzları diye cevap veriyorum. Asrın delisi seçiliyorum tabii. Asrın eziği olup 'iyi de bu dinazor değil ki'yi aklımdan bile geçirmiyorum yine de. Bu nispeten daha iyi bir şey. Hayır sormayın eminim.
Ayrıca çocuk dediğin de sensin pis şişko diyorum kendisine bu arada, en çok bu küfürlere alınıyor. Bir de büyüdüğümü karma dahil kimse tam olarak bilmiyor.
Sırt Çantamda Ceset Var
emonster
7 Kasım 2013 Perşembe
Biraz Sussak Olmaz Mı
Dünyanın bütün kapıları aynı anda gıcırdayarak açılıp kapansın güneş doğarken. Bütün insanlar çirkin terlikler giyip ayaklarını sürte sürte beynimizin etrafında tur atsınlar sonra. Evlerde en az bir televizyon en son sesiyle açık bırakılıp kaçılsın. Ev sahiplerinden ve uzaktan kumandalardan haber alınamasın. Uyanalım, ayılamayalım çünkü evde sular kesilmiş olsun. Dışarı çıkalım herkes üstümüze üstümüze yürüsün, çarpıp çarpıp bir pardon da demesinler hatta. Bütün bebek sahibi anneler otobüslere atlasın mesela tam bütün İstanbul'un sokaklara atladığı saatin trafiğinde. Saatlerce ağlayan bebeklerini susturmak için de hiç çaba sarfetmesinler. Sokakta yürürken dalgınlığımız yüzünden çukura düşüp ıssız bir gezegene düşsek yanımıza alacağımız en az üç şeye fütursuzca küfredelim, ama yürürken paramızı düşürdüğümüzü farkedersek süt dökmüş kedi olup Allah'a 'neden' diye soralım. Tam bugün de bomboş geçti düşüncesi sofrasında iç sıkıntısı ve üstünden yük atmışlık huzurunun oturup çay demlediği yerde bir megafon çatırdayarak sesler çıkarsın sonra. Devlet canlı yayında açıklama yapsın desin ki, sevgili yurtdaşlarım halkımızın menfaati için bugünü yirmi dört saatten otuza çıkardık her ne yapıyorsanız bugün daha fazla yapın! Aman ne olucak ha yirmi dört ha otuz, altı saat daha sıkılırız diyelim bu konu burada kapansın.
Uyanan herkes koşmak zorundadır diye okumuştum bir yerde. Aslan ya da ceylan değiliz ama uyandığımız anda koşuyoruz bir yerlere dedim kendime. Sabah yedi falan. Avıma koşmuyorum, avcımdan da kaçmıyorum, koştur koştur avcıma gidiyorum uyku sersemi. Sağlam para verseler sabahın bu saatinde okula gitmem lan diyorum bir yandan, ama üstüne harbiden sağlam para verip paşa paşa gidiyorum diyorum peşine. Bütün argo kelimeleri erken saatlerde kendi kendime konuşurken sarfediyorum ki gün içinde halkımın huzuru en üst seviyede olsun. -Burada gülüyorum.- İç konuşmalarımda birden ciddileşip afilli cümleler de kullanıyorum ordan burdan alıntı. Halklar da yaşlanır be diyorum, kalk yer ver kadına hayvan değilsin. Otobüste ayakta gitmek aslandan kaçan yaralı ceylan olmaktan mı zor bilmemkaç gündür aç olan yaşlı aslanın zıp zıp zıplayan hayvanın peşinden koşmaya çalışmasından mı, okula gittiğimde dersin iptal olduğunu görmek mi daha rahatsız edici yoksa hiyerarşinin en üst halkasından göz ucuyla bizlere bakıp bir şeyler anlatan hocayı serinkanlılıkla dinlemek mi, düşünmüyorum. Önünde dikildiğim ablaya içimden akıl mantık dolu enerjiler göndererek hadi abla sen bu durakta inicektin diyorum sadece. Önümüzdeki duraklardan hiçbirinde inmiyor inadına. Küfretmiyorum. İsyan etmiyorum. Allah'ı bu işlere hiç karıştırmıyorum.
Söylemeden edemiycem, ben bazen sadece ama sadece insanlar yürüsün istiyorum. Çünkü çirkin bir çift terliği olan herkes belirli saatlerde sokaklara dökülüyor ve içlerinden biri ansızın duruveriyor. Sonrasında önümde dünyayı çevresinden dört kez sarabilecek kadar büyük bir kuyruk oluşuyor tabii. Kuyruğun öncüsü üç parçası beş liraya mutfak bezine mi durdu acaba gibi sorular beynimi kemiriyor, ciddiyim. İnsanlar tanesi iki, üç tanesi beş liraya madeni bir lira bulsa yağmalıyorlar. Nerde kalabalıklaşmaya meyilli yer varsa hemen atlayıp halkanın en içine girmek için kavga ediliyor. Kalabalıklar daha büyük kalabalıkları çekip hep beraber saçma sapan kocaman kalabalıklar oluşturuyorlar. Beyinler kilolarla alınıyor ama bedenlere ağır geldiğinden sıkıntılar yaşanıyor. Yürüyün ey insanlık, vicdan namına yürüyün ve evlerinize gidin diye bağırıyorum içimden, gitmiyorlar. Ben hergün okula değil ama sadece kalabalıklar dışına dişi ceylanına koşan erkek ceylan gibi koşuyorum be ağbi. Halklarla beraber ben de yaşlanıyorum hergün. Otobüste yer bulursam oturup bugün de başkası yer versin diyorum artık.
Devlete de karşı gelip günleri yirmi dört saatten on sekize indiriyorum.
Uyanan herkes koşmak zorundadır diye okumuştum bir yerde. Aslan ya da ceylan değiliz ama uyandığımız anda koşuyoruz bir yerlere dedim kendime. Sabah yedi falan. Avıma koşmuyorum, avcımdan da kaçmıyorum, koştur koştur avcıma gidiyorum uyku sersemi. Sağlam para verseler sabahın bu saatinde okula gitmem lan diyorum bir yandan, ama üstüne harbiden sağlam para verip paşa paşa gidiyorum diyorum peşine. Bütün argo kelimeleri erken saatlerde kendi kendime konuşurken sarfediyorum ki gün içinde halkımın huzuru en üst seviyede olsun. -Burada gülüyorum.- İç konuşmalarımda birden ciddileşip afilli cümleler de kullanıyorum ordan burdan alıntı. Halklar da yaşlanır be diyorum, kalk yer ver kadına hayvan değilsin. Otobüste ayakta gitmek aslandan kaçan yaralı ceylan olmaktan mı zor bilmemkaç gündür aç olan yaşlı aslanın zıp zıp zıplayan hayvanın peşinden koşmaya çalışmasından mı, okula gittiğimde dersin iptal olduğunu görmek mi daha rahatsız edici yoksa hiyerarşinin en üst halkasından göz ucuyla bizlere bakıp bir şeyler anlatan hocayı serinkanlılıkla dinlemek mi, düşünmüyorum. Önünde dikildiğim ablaya içimden akıl mantık dolu enerjiler göndererek hadi abla sen bu durakta inicektin diyorum sadece. Önümüzdeki duraklardan hiçbirinde inmiyor inadına. Küfretmiyorum. İsyan etmiyorum. Allah'ı bu işlere hiç karıştırmıyorum.
Söylemeden edemiycem, ben bazen sadece ama sadece insanlar yürüsün istiyorum. Çünkü çirkin bir çift terliği olan herkes belirli saatlerde sokaklara dökülüyor ve içlerinden biri ansızın duruveriyor. Sonrasında önümde dünyayı çevresinden dört kez sarabilecek kadar büyük bir kuyruk oluşuyor tabii. Kuyruğun öncüsü üç parçası beş liraya mutfak bezine mi durdu acaba gibi sorular beynimi kemiriyor, ciddiyim. İnsanlar tanesi iki, üç tanesi beş liraya madeni bir lira bulsa yağmalıyorlar. Nerde kalabalıklaşmaya meyilli yer varsa hemen atlayıp halkanın en içine girmek için kavga ediliyor. Kalabalıklar daha büyük kalabalıkları çekip hep beraber saçma sapan kocaman kalabalıklar oluşturuyorlar. Beyinler kilolarla alınıyor ama bedenlere ağır geldiğinden sıkıntılar yaşanıyor. Yürüyün ey insanlık, vicdan namına yürüyün ve evlerinize gidin diye bağırıyorum içimden, gitmiyorlar. Ben hergün okula değil ama sadece kalabalıklar dışına dişi ceylanına koşan erkek ceylan gibi koşuyorum be ağbi. Halklarla beraber ben de yaşlanıyorum hergün. Otobüste yer bulursam oturup bugün de başkası yer versin diyorum artık.
Devlete de karşı gelip günleri yirmi dört saatten on sekize indiriyorum.
21 Haziran 2013 Cuma
Bakar mısınız, triger kayışım koptu sanırım.
Hayata hangi tarafından bakarsam bakıyım yol kenarına işeyen insanlar görüyorum blog. Dünyanın bütün pozitif ol canımları içimde patlıyo, dışarıya sızıyo, yüz derecede kaynayıp buharlaşıyo akabinde. Tabii yürüyceğim üç beş adım yolu da koşarak geçiyorum böylece. Sonra bütün kırmızı ışıklar bana 99 saniye yanıyo, karşıya geçmeye çalışırken kaçıyo hep biniceğim otobüsler. Trenler hep iki kapı ortasına denk geliceğim şekilde duruyolar önümde. Hangi kapıya yürüsem derken insanlar biniyo, kalıyorum. Oturamamış olmak değil içerdeki tek ayakta kalan insan olmak koyuyo sonra. Bir sanatçı olduğumdan hepsi beni izlemek için geçmiş oturmuş, hatta öyle ki yer bulmak için izdiham yaratmış olduklarını hayal ettikten sonra yine bakıyorum öyle yarı ayık halimle. Ve içimden diyorum ki koca kıçıyla iki koltuk ortasına oturmuş teyzelere bir sanatçı edasıyla; altoyla soprano arasında biyerdesin be canım, bi tarafa kaçsan da biz de otursak nasıl olur?
Tekerüstü olmayan en güzel cam kenarı koltuğu benden 3 saniye önce kapmış olan ablam, bi dk kalkar mısın yerinde gözüm kaldı da. Evet çabuk ol tam altında, hadi.
Tekerüstü olmayan en güzel cam kenarı koltuğu benden 3 saniye önce kapmış olan ablam, bi dk kalkar mısın yerinde gözüm kaldı da. Evet çabuk ol tam altında, hadi.
22 Mayıs 2013 Çarşamba
Ben de üzüldüm nihayetinde
Huşu içinde yatsın tüm ölü sineklerim. Ve yanlışlıkla öldürdüğüm binlerce karıncağız. Yazın tadını benden fazla çıkaran tüm hareşatlar ölmeyi haketti biraz bugün. Hareketsizlikten kol bacak beyin kulak travmaları geçireceğimi düşünür gibi olduğum ama sıcaktan düşünmek eylemini bile yapamadığım şu durumda orama burama tırmanmak münasebetsizliğini nasıl olur da bu kadar rahat gösterirler haksız mıyım ama. Kendim sorup kendim yanıt verdim ve sonra katlettim içimdeki tüm hareşeseverliği işte. Bi kedim olsa ona sorup yine kendim yanıtlardım ve göbeğini ısırırdım belki onun ama olmadı. Çok sinirlendim. Boynumu ısırdı bi tanesi az önce. Sen kimsin ki benim boynumu ısırıyosun ya. Kimsin yani. Neyse dedim, sen ki kuşlara su koyduğun kabı düzenli aralıklarla kontrol edip içine düşen minik kanatlıları kurtarma görevini kendi kendine vermiş insansın dedim. İyi düşün, sen Dilek'sin dedim ama düşünemedim, beynime erişemedim. Günlerdir hiç kapatılmadan çalıştırılmış ve fanı tıkalı bilgisayar gibi ısındıkça mallaşma eğilimi gösterdim. Sakız çiğnemek bir beyin egzersizi midir sayın blog. Gözlerini çevirmek bir beyin egzersizi mi? Dilimi mi sokup çıkarayım, kulaklarımdan basınç yapıp içeride beynimi mi uyandırayım ben şimdi? Kafamı az sallasam sıcak bi sıvı olarak burun deliklerimden akıcak beynim su yolunu bulurcasına. Kulaklarımdan görünmeyen buharlarla uzaklaşıcak falan tüm hafızam. Bu kadar hararet yapmış olmam neyin göstergesidir canım blog? Kafamı deepfreeze mi sokayım, kulağımı soğuk klimalara mı dayayayım ben şimdi?
Karıncalar güzel varlıklar aslında. Üzerimde gezmedikleri zamanlarda.
Karıncalar güzel varlıklar aslında. Üzerimde gezmedikleri zamanlarda.
15 Mayıs 2013 Çarşamba
Azkaçınöte.
Mor olan bi bitkiye bile kırmızı lahana ismini veren bi toplumun bireyleriyiz canlarım. Şimdi hepimiz dağılalım hadi. Çünkü çok fazla kırmızı olsun üç kuruş fazla olsuncu, beyaz olsun saf sanılsıncı, pembe olsun şurda sessizce otursuncu zihniyetin eleğinden tek parça olarak geçmek zorundayız. Tabi, evet zorundayız. Hayır neyse geçtim mora kırmızı demenizi, lahana ne lan. Sesi çıkmıyo diye ezmeceler arkasından konuşmacalar niye. Sen git sıkıcılıktan sekiz bin kere ölmüş bitkiye brokoli de, canımın içi sevimli mi sevimli toparlak mı toparlak kaç tane var ki saysan şurda mor olan bitkiye git lahana de. Sensin lahana. Hay çok sıkılıyorum ama ben böyle yani. Olana olmadığı bişey gibi olmasını söyleyince, hatta sen böylesin busun hayır kabul etmiyorum başka bişeyi diyince sandığınız gibi mi oluyo yani. O zaman canım biraz bakar mısınız ben morum da, morum ben ya hep ondan bunlar, yaa ben de geçenlerde morum işte yine. Sen beni kırmızı görüyosundur diye söylüyorum yani, hani belki kremit rengi hatta gül kurusu, kahverengi falan. Kendi sıkıcılığını komple yığıyosundur üstüme çaktırmadan. Söyliyim yani de baştan. Lahanaysam bile mor bi lahanayım bunu önce bi kabullen. Kırmızı olanı da çok dikkat çekmesin diye pembe olduğuna inandırmaya çalışma mesela. Sarıya güzelim sen altın rengisin falan da deme. Sıkma canımı. Yapma. Sonra
Erkek çocuğun olursa mor zıbın al, varsın gay olsun.
Kız olursa manyasın, mor lahanaların hakkını savunsun.
Rus olursa olga, Alman olursa helga olsun.
Olan olduğu gibi olsun. Başka bi renk olduğuna inandırılan sonsuza dek kaybolsun.
Oooollsun, zaten aşklar hep böyle.
(Bide if this is as it is'den anladıklarım lütfen doğru olsun)
Benimsöyleyeceklerimbukadar.
Erkek çocuğun olursa mor zıbın al, varsın gay olsun.
Kız olursa manyasın, mor lahanaların hakkını savunsun.
Rus olursa olga, Alman olursa helga olsun.
Olan olduğu gibi olsun. Başka bi renk olduğuna inandırılan sonsuza dek kaybolsun.
Oooollsun, zaten aşklar hep böyle.
(Bide if this is as it is'den anladıklarım lütfen doğru olsun)
Benimsöyleyeceklerimbukadar.
30 Nisan 2013 Salı
Gafam yanıyo anne.
Bugün ev yapımı tarhana çorbası gibi hüzünlüyüm yine. Kaplaması soyulmuş zigon sehpa gibi yalnızım. Sırf üzerinde hiç çıkmayan bi lekesi olduğu için kenara bırakılmış, zamanında sevilmiş olan beyaz tsirtüm adeta. This is a white tshirt yazıyo hatta üstümde, evet. Yine altında yatır varmışçasına huzursuzum bide. Hani düşüncelerim sızlıyo yine sevgili beynim döndükçe kafesinde. Sızım sızım sızlıyorum be mentollü diş macunuyla fırçalanıp üstüne kola içilmiş diş gibi. Aklıma hassas düşler için bıdıbıdı gibi bi kelime oyunu geldi ama sevimsizlikten düştü öldü anında. Herşey ölüyo çirkinlikten patır patır zaten. Güzel olanlar artı sonsuza kadar can çekişmekle cezalandırılıyo çünkü. Pain goes to plus infinity canım yani. Kafalar goz tu infiniti. Dear diary, canım diary, ben burda soğumuş patates kızartmasından bozma mutluluklar bile yaşayamıyorum be canım. Hani yıkanmış pantolonunun cebinde kağıtlar olduğunu farkedip tüh gitti paralar dersin ya, sonra fiş olduklarını görüp sevinirsin. Yine paran yok yani ama sevinirsin yine de hani. Tvde yarışma programı izlersin, son sorulara kadar yarışmacıyla beraber bilip, hep ben biliyorum onlar kazanıyo diye üzülürsün ya da mesela. Sonra bi anda verdiğin cevap yanlış olur, oh be orda ben olsaydım zaten tüm parayı kaybedicektim diyip huzurla kapatırsın televizyonu. Bu tip mutluluklar bile yok menzilimde işte güzelim. Varlık var mıdır, yoksa niye yoktur varsa nerde vardır diye kafayı yiyen filozoflar gibiyim biraz da. Varlık var mıdır canım diary, olsa bilebilir miydik hı. Görebilir miydik. Gözüne yanlışlıkla parmağımızı falan sokabilir miydik. Varlık varsa hangi haliyle karşımızda var peki ya bide. Kime hangi maskeyle var canım, ne zaman ne renkte var. Bunlar hepimizin sorunu biliyosun. Mesela if this is as it is demişti bu konuyla ilgili, hiçderstengeçirmeyenhoca. Düşünüyorum da çok saçma demiş bence o. Hiç öyle değil. Hiç. Çok başka türlü.
10 Eylül 2012 Pazartesi
Bu da böyle bi' anımdı
Günlerden tam pazartesiertesi salıya girdik ama daha biyere varamadık ve saat de 00.00'ı yeni geçtik olsa olsa 00.30'dur suları evimizi su bastı. Böyle bi günde böyle bi saatte su mu basarmış evi efendim dedik öylece durduk kınadık biz de. Aslında ne zamandır evi su basmamıştı iyi oldu nitekim. Hani bardak çanak kırılınca olsun olsun nazar gitti derler ya öyle. Öte yandan da yatıcakayak iş çıktı hadi bakalım dedik tabi. Bi boş tarafından bi dolu tarafından baktık yerlerdeki suya. Neresinden baksan rahmet, o ayrı! Ama musluktan yere inmişken hani bu rahmetin bereketi diyosun. Neyse her aklıbaşındaevinisubaşmışinsan gibi bişeyler yapmaya koyulduk bi zaman sonra. Halılardaki yadsınamaz süperemicigüç sayesinde suyun epey bi kısmını uğraşmadan balkona çıkarmış, bizden sorumluluğu çıktı artık Allah selamet etsin demiş olduk. Bizim olan kalan sağlarla da ben sevgi dolu bi aktiviteye girmek zorunda kaldım. Kovaydı, çekecekti, ismini zikretmeyeyim reklama girmesin zopalı yer temizleyici paspastı -ki kendisi alenen vileda oluyo- bilimum temizleyici parlatıcı baldökyalayapıcı aletle yerdeki suyu çektim. Kendi evimin kendi suyunu kendi temiz viledamızla çektiğim için gururla yaptım bu işi. Ya başkasının evinin karaktersiz viledasıyla yapmak zorunda olsaydım ıyy hiii Allahh aman ne korkuyorum benim venişim var reklamlarındaki teyzenin korkusunun real olanının başka bi türevini bizzat yaşamış gibi olurdum sanki. Sildiğim odanın iç açıları toplamı bana dar gelirdi kulağımdaki korkunçlu arkafon müzikle. Ama neyse ki islami koşullara uygun üretilmiş, ahlakı tam, iyi aile viledamız var şekerim. Böyle yani. Herkesin güzel su emen bi viledası olmalı, anafikir bu. Evini su bastıktan sonra oturup yazı yazıcak kadar normal biri olarak konuları biyerlere bağlamak isteyip bişey bulamıyınca ordan geçen bi simitçiye bağlarım ben. Oku sen de tabi bişey var çünkü dimi! Zaten uykudan yakmışım devreleri, içi su dolu sürahiyi kırdığımda yerdeki camlarla beraber suyu da içine çektirdiğim elektrikli süpürge gibi olmuşum dumanım tepemde. Bide gece gece şu iş çıkmış başımıza töbe yarebbim. Sen de var git işine allasen.
22 Nisan 2012 Pazar
Kafalarım Karışık
Bence tavuklar uçabilir, evet. Uçabileceklerine inansalar uçabilirler belki en azından. Ya da ben inanırsam aklımdaki tavukları uçurabilirim. Daha fazla sıkılırsam keçileri de kaçırabilirim. Yanıma bi paket domates çorbası alıp buralardan kaçabilirim. Niye domates çorbası, çünkü keçileri kaçırmışım ya düşünemişim yanıma saç düzleştirici almayı. Issız bi çıkmaz sokağa düşmüşüm mesela sonra, gitmişim gitmişim çıkmamış sonu. Yok sonu çıkmış, çıkış yolu çıkmamış. Ben de çıkmazlar çıkılmak içindir diyip tırmanmışım önüme engel duvarın üstüne. Sonra da yoluma devam etmişim işte, bu hikaye de saçma sapan bitmiş. Hikayeler öyledir çünkü.
Hayat da hikayeler gibi olsaydı diyorum. Bazen hayat gerçekten saçmasapanlıklarla dolu olsun istiyorum ama uykum geliyo o sırada. Gözlerimin, ellerimin, ayaklarımın uykusu geliyo, en çok da yarısı çıkmamış sağ alt 20lik dişimin. Uykuyu yarısı çıkmamış 20lik dişimde hissediyorum. Yıllardır içerde uyuyo o da işte, kafası çıktı gerisi yok. Ben de annemin karnından 10 aya yakın çıkmamışım zaten. Çekip çıkarmasalar yine keyfimi bozmaya niyetim yoktu bence ya, neyse. Böyle pis bi dünyaya bi bebek yani kendimi getirmek istememişim zekamı seviyim. Bu da aklıma nerden geldi bilmiyorum ama bi tembellik söz konusu evet kabul ediyorum yani. Şurdan yatağıma gitmeye üşeniyorum aslında. Şu suyu uzatsana bi zahmet blog. Sıkılırken uykum geldi çünkü biliyosun. Saçmalarken yoruldum. Yorulurken susadım falan. Delirirken kendime çimdik atsam her çimdikte yatağıma biraz yaklaşsam. Hava bugün çok güzel olsa annem sabahın köründe beni uyandırmasa. Lalalalaa
Keçiler ne güzel zıplıyo hendekten...
Hayat da hikayeler gibi olsaydı diyorum. Bazen hayat gerçekten saçmasapanlıklarla dolu olsun istiyorum ama uykum geliyo o sırada. Gözlerimin, ellerimin, ayaklarımın uykusu geliyo, en çok da yarısı çıkmamış sağ alt 20lik dişimin. Uykuyu yarısı çıkmamış 20lik dişimde hissediyorum. Yıllardır içerde uyuyo o da işte, kafası çıktı gerisi yok. Ben de annemin karnından 10 aya yakın çıkmamışım zaten. Çekip çıkarmasalar yine keyfimi bozmaya niyetim yoktu bence ya, neyse. Böyle pis bi dünyaya bi bebek yani kendimi getirmek istememişim zekamı seviyim. Bu da aklıma nerden geldi bilmiyorum ama bi tembellik söz konusu evet kabul ediyorum yani. Şurdan yatağıma gitmeye üşeniyorum aslında. Şu suyu uzatsana bi zahmet blog. Sıkılırken uykum geldi çünkü biliyosun. Saçmalarken yoruldum. Yorulurken susadım falan. Delirirken kendime çimdik atsam her çimdikte yatağıma biraz yaklaşsam. Hava bugün çok güzel olsa annem sabahın köründe beni uyandırmasa. Lalalalaa
Keçiler ne güzel zıplıyo hendekten...
3 Nisan 2012 Salı
Korkunçlu muymuş?
Dişlerimi fırçalarken arkamdan birisi usulca yaklaşıcak gibi hissediyorum. Gözlerim kapalı şekilde yüzümü köpürtürken arkamdan bi el kuulca omuzuma değicek gibi hayal ediyorum. Yüzümü durularken lavaboya doğru eğildiğimde ise bi yaratık hiç de usulca hiç de kuulca değil, gayet öküzce hieeaa diye üstüme atlıycak belki tek hamlede böbreğimi alıcak yada saniyeler içinde kafamı kopartıcak, açık gözlerim kopuk bedenime bakıcak falan gibi şeyler düşünmiyim diye hemmeen yüzüme su vurup kaçıyorum. Hayır bari odamın ışığını kapatıp yatağıma doğru giderken boy aynasında gölgemin yansımasının kollarını sağa sola sallamasından falan korkup şeyyapmasam...Bi dk ya! Gölgem niye öyle şeyler yapıyo ki uyumaya giderken. Halim mecalim yokken de dört kollu Ben10 bilmemnesi gibi hebelehübele şeklinde mi geziyorum acaba ben. Neyse çok da takmamak lazım, çünkü bazen iş çığırından çıkıcakmış gibi göz kırpabilir. Hayat sana hayaletlere inanma derken omzunun üstüne onlarca gözükmez ucubeyi salabilir. N'oluyo lan demeden önce, işin derinine inip n'aber lan demek lazım... Beş yıl önceydi, tıpkı on yedi yıl önceki ve on yıl sonrası gibi görmediğim herşeyden korktuğum günlerdi. Çok yol katetmemiştim, küçüktüm. Makyaj yapmadığım zamanlarda insanların beni 14-15, makyaj yaptığım zamanlarda ise satanist zannettiği günlerdi. Halbuki ben üşenmeyip hesapladım dediğiniz aslında hesap gerektirmiycek kadar kolay anlaşılabilen o yaştaydım. Televizyonların her gün yapılan araştırmalara göre tereyağın zararları açıklandı, tereyağ aklandı, yumurtanın bilmemnesi bilmemne, ay yok onun da zabazingosu yararlı çıktı diye açıklama yaptıkları günlerdi. Aynı zamanda o televizyonlar geceleri korku filmi de verebiliyorlardı. Kanalları zaplarken bir de baktım ki oh tanrım bu da ne gibi bişey. Çok korkunçlu bi film olduğu isminden bile belliydi. Sonra annem kumandayı alıp 'onların suratlarına nolmuş be iğrenç iğrenç haller salak saçma hareketler kapat şunu da yatalım' dedi. Yani sandığınız gibi işin derininde olay molay yok, kendi kendime kuruntu yaptığımdan korkuyomuşum amaan be dediğim başka bir günü aklıma getirdiğimde ise, çok iyi hatırlıyorum odamda yazı yazıyordum. Güneş batarken bir anda odama karanlık çöktü, hemen 'ben geliyorum blog, sen herşeyi kaydet tamam mı' diyip bilgisayarı kenara koydum. Camın önünde daha net çok net beliren karanlık evet baya bi karanlıktı. O karanlık, perdenin arkasında hareket ettiğinde artık çok geç ne olacaksa olsun diye düşünerek ona doğru yaklaştım ve perdeyi araladım. Martıymış, annemin attığı kuru ekmekleri yiyomuş, o da benden korkup kaçtı. Sonrasında olaylar sona erdi, eski günlerdeki gibi korkulucak olaylardan hiçbirini yaşamadım. Yıllar yılları kovaladı, büyüdüm. İnsanların makyaj yapmadığımda bişeye benzetemediği ve makyaj yaptığımda normal insan zannetiği günlerdeyiz. Ben hala korkularımın derinlerinde bi'şey bulabileceğimi düşünüyorum. Ne biliyim çöp atarken konteynırdan kedi sıçramıştır, apartman kapısını açarken karşımda bi anda komşunun karanlık yüzü belirmiştir falan. Böyle bişeyler arıyorum ve tıpkı yirmi iki yıl önce hayatımda ilk gördüğüm insandan korkup ağlamaya başladığım andaki gibi korkuyorum.
22 Mart 2012 Perşembe
Lakinkiöyledeğildir.
Bazı insanlar utanmadan yaşamaya devam ediyo ya ben utanıyorum. Niye yaşıyosunuz lan diyesim geliyo ama o zaman soru sorduğum için cevap beklemiş olurum, cevap beklersem muhattap olmuş olurum diye sesimi çıkarmıyorum. En azından utanın lan diyip kaçsam nasıl olur? Çok iyi de olur çok da güzel iyi olur sanki. Hem onlar utanırsa ben utanmaya devam etmem onların adına. Böyle düşünüp biraz gevşiyorum ben de işte. Sonra Can Bonomo dansı yapmaya başlıyorum hafiften. Ben hep böyle dans edermişim halbuki, aslında olay şu; o dansı ben icad ettim. Şarkı yazma yeteneğim olmadığı ve sesim de kötü olduğu için şuan ESC'ye o gidiyo. Sırf bendeki star ışığı içimde saklı diye ben gidemiyorum diyorum blog! Bunu düşünüp yine geriliyorum, bi fincan kolayı daha fondip yapıp devam ediyorum atarlanmaya. Kola içip güzelleşiyorum kola içip sızıyorum falan ben bu odada. Sıkılıyorum bunalıyorum sonra yine sıkılıyorum, sıkılmaktan sıkılıyorum. Hayat bana bu aralar çok 'hoca bana taktı beyler'. Hani sözlü notu haneme iki tane hadi ordan verse, son sınavdan da yine doğru düzgün bişey alamasam kesin kalır mıyım ya falan diye hesaplama yapan ilkokul öğrencisi insanının nasıl olsa sınıfta kalma yok ama yani yüksek not getirseydim de iyi olurdu oyuncak moyuncak karne hediyesi kafası gibi bişey şuan biraz yaşamak. Eğlensek eyi olurdu ama şimdilik yemek yesek de mutlu oluruz tadında. Ay ne bunalımmışım yine lan. Niye yazmaya başladığımda böyle oluyo, ya da böyle olduğumda yazmaya başlıyorum bilmiyorum ama normalde böyle değilim yani. Normal de değilim tamam ama. Anormal olsam doğa beni bu kadar kabullenmezdi sanki. Biraz doğam doğaya aykırı olabilir tamam. Ama toprağın kabul etmeyip her gece dışarı fırlattığı ve Sadettin Teksoyun konu aldığı ceset gibi de değilim. Sırt çantamda ceset var diyorum tamam ama yani...
27 Ekim 2011 Perşembe
Buyazıyabaşlıkkoymadım.
Mezarlıklarda zombiler yaşar. Eğer zıkkımlandıktan sonra yatağa döktüğüm zilyon kırıntıyla uyursam uykuma zombiler gelir. Şurdan birazcık kraker alıp müzik dinlerken yiyim dersem yatağın üstü yağma edilmiş mahalle bakkalı gibi olur. Şurdan biraz kraker versene, azcık müzik dinl... Tamam anladığın üzre yatağımın üstündeyim. Evet yağma edilmiş mahalle bakkalı benzetmesi de yerinde şuan. Yatağımdaki milyon nimet musaf beni çarpmadan biraz bişeyler karalıyim şuraya istedim. Aslında çok yalnızım lan! Kalabalık yapsın diye 10lu prizi yatağıma aldım, takabildiğim tüm sarjları da taktım. Yiyemiyceğim kadar abur cuburla da gözümü tatmin ediyorum ne var! Koskoca kupanın içindeki sıvının bitebileceğini kabullenemeyip her seferinde boş boş ağzıma götürmekten de sıkılmadım ben. Çok mutluyum. Yaklaşık on beş gün önce falan yediğim mandalina kabuklarıyla uyuyorum geceleri. Her gün biraz daha kuruyolar ölümsüzleştiklerini hissedebiliyorum. Uyurken elim falan takılıyo dizimle itiyorum bi parçasını sonra diğeri saçımın üstünde sakin sakin duruyo falan. Atmıyorum! Yani evet valla atmıyorum, kıyamıyorum çöpe gitmelerine inanır mısın. Soru sordum inanır mısın? Of yine elim boş kupama gitti bu kaçıncıydı. İçim kurudu su alıp hemen geliyorum blog.
Direkt sakar yurdum insanıyım valla. Küfürlerle Türkiyeyim. Kablolara takıldım yataktan inerken sonra düşüp bacağımı acıttım. Ah kolum! diye bağırdım sonra tabi daha terbiyesiz şeyler de söyledim. Bardağı tepesine kadar doldurup yatağa yerleşmeye çalışırsan su dökülür bide blog yani bunu da bilmen lazım. Ne çok şikayet ettim diye düşünürken bi de dilimi ısırdım artık iflah olmam. Of. Mandalina kabuklarım diyorum :( Çok güzel onlar.Böyle kuru kuru...
Direkt sakar yurdum insanıyım valla. Küfürlerle Türkiyeyim. Kablolara takıldım yataktan inerken sonra düşüp bacağımı acıttım. Ah kolum! diye bağırdım sonra tabi daha terbiyesiz şeyler de söyledim. Bardağı tepesine kadar doldurup yatağa yerleşmeye çalışırsan su dökülür bide blog yani bunu da bilmen lazım. Ne çok şikayet ettim diye düşünürken bi de dilimi ısırdım artık iflah olmam. Of. Mandalina kabuklarım diyorum :( Çok güzel onlar.Böyle kuru kuru...
7 Eylül 2011 Çarşamba
Gülümse Şimdi 'Yiyosa Gülümse'
Altında yatır varmışçasına bi uğursuzluk var üstümde blog. Bişey hayal etsek mesela hadi...Geri çekil küçük aptal geri çekil! Senin neyine falan yani, mutlaka bulaşır eline yüzüne. Tamm diyosun bide ya hani tammm evet olur bu işte sonra o öyle olur bu böyle olur çok iyi de olur çok da güzel iyi falan derken sonra damn! diyosun mesela. Uysun diye demedim lan, üzgünken de coolum işte severim ingilizce lanet etmeyi belki. Neyse sonuç olarak noldu çok iyi olacah o iş? Olmadı işte, çünkü yatırın şeysinden ötürü. İyi de abi hiç bi mübareğe saygısızlık da etmedik. Neyin laneti lan bu?
Yeea işte diyorum ki blog, fare döndükçe dönen tekerlekmişcesine bi kısır döngü böyle...Hani böyle dedim ya aslında öyle de değil pek. Kısır gibi değil mesela. Akraba evliliği sonucunda doğmuş bilmemkaçıncı güzzzelim özürlü çocuk gibi. Gir içeri küçük yaratık gir içeri! Laan? Sorunlu oldu diye evlat atılır mı? Atsan atılmaz satsan satılmaz bunun için mi söylenmiş? Sorunluyum nereye atsam ki şimdi kendimi. Okadar yetiştir büyüt bugüne getir noldu yoruldum kendimden. Ben doğduğumda da böyle değildim ki! Neyin kafası bu?
Sonuç olarak üstüne daş bina dikilmiş yatırcasına bi huzursuzluk işte yani blog. Düşüncelerim sızlayacak gibi hep, dönüp durdukça sevgili beynim kafesinde. Ademin elmayı ısırdığı güne kadar gider yapasım var hani böyle blog. Anlarsın ya.
Yeea işte diyorum ki blog, fare döndükçe dönen tekerlekmişcesine bi kısır döngü böyle...Hani böyle dedim ya aslında öyle de değil pek. Kısır gibi değil mesela. Akraba evliliği sonucunda doğmuş bilmemkaçıncı güzzzelim özürlü çocuk gibi. Gir içeri küçük yaratık gir içeri! Laan? Sorunlu oldu diye evlat atılır mı? Atsan atılmaz satsan satılmaz bunun için mi söylenmiş? Sorunluyum nereye atsam ki şimdi kendimi. Okadar yetiştir büyüt bugüne getir noldu yoruldum kendimden. Ben doğduğumda da böyle değildim ki! Neyin kafası bu?
Sonuç olarak üstüne daş bina dikilmiş yatırcasına bi huzursuzluk işte yani blog. Düşüncelerim sızlayacak gibi hep, dönüp durdukça sevgili beynim kafesinde. Ademin elmayı ısırdığı güne kadar gider yapasım var hani böyle blog. Anlarsın ya.
4 Haziran 2011 Cumartesi
Bir Sümüklüböceği Patlattın Sen
Evet bir sümüklüböceği patlattın işte, biyerlerde bir kedi garanti miyavlar artık. Ölürken çıkarttıkları sesi hiç duydun mu? Ben duydum! Çatır çutur oh çok da güzel bi ses ama ondan bahsetmiyorum yani. O da ağlıyodur, o da inliyodur elbet. Dur abi hele bi basma ben şöyle kenara kaykılayım diyodur ama nerdeee. Hemen bas tabi! Tabakhaneye bişey yetiştiriyon. Sonra sümüklüböcekleri niye yiyolar falanlar. Adamlar en azından değer verip yiyolar, sen çatur çutur eziyon o nolucak? O değil de ben bigün bi sümüklüböceği karşıma alıp konuşmak çok isterim. Dertlerini dinlemek falan. Geçen sene tabi çocuk olduğumdan öyle ciddi konuşma şeklinde değil de oynayarak vakit geçirmişliğim olmuştu onlarla. Sol antenine dokunduğumda içeri çekiyo, sonra sağa dokunuyorum eş zamanlı sağı içeri çekip solu çıkarıyo. Bi sağ bi sol bi sağ bi sol. Böyle de kuul hayvanlar ya. Adını da kamil koymuştum birinin, saygıyla bakmıştı suratıma. Kafasını kabuğuna çekip bi daha çıkarmaması da saygıdan tabi. Ben de takdir ettim tabi azizim. Bu yazıyı da yani sırf sümüklüböceklere sümüklüböcek diyip geçilmesin hor görülmesin diye yazdım. Daha birleşik mi ayrık mı yazılıyo onu bile bilmiyoruz. Neyse sevgili üstadın dediği gibi "yoldagördüğünüzsümüklüböcekleriezmeyinayağınızınyanıylakenaraitin." Çok iyi hatırlamıyorum ama o da hatırlamıyodur zaten. Samtin layk det blog hörmetler.
He bide Küçük İskender şöyle bişey demiş;
Bir martıyı ağlattın işte, garanti bir çocuk intihar eder artık.
Ne demek istemişse yani salak saçma bi söz.
He bide Küçük İskender şöyle bişey demiş;
Bir martıyı ağlattın işte, garanti bir çocuk intihar eder artık.
Ne demek istemişse yani salak saçma bi söz.
26 Mayıs 2011 Perşembe
İtiraf Ediyorum
Niye? Çünkü ondan işte blog. Uğraştırma beni. Evet itiraf ediyorum çünkü bunu yapasım çok var be. Mesela az önce Sadettin Teksoy'un saçım benim saçım benim videosunu bi daha izledim. Bi de benim niye yok! dedim. Yani saçım, niye uzun değil mesela. Uzasa da kestirsem güzel olmaz mı la. Böööyle kaldı salak. Yağlansa mesela, yıkamak zor olsa. Yıkasam zorlansam. Bi de ben şimdi dokuz kez lekelenip arielle yıkandığında yenisinden daha temiz olan çamaşıra çok imrendim. Kimbilir fişne suyu dökülmüştür üstüne ama ne biçim de temizlenmiştir dedim. Ne zor olmuştur da ha dedim. Sonra aklıma beyaz gömlekten kan çıkarma tarifi geldi. Sonra da, "inanmıyorum bu kan değil ki!" tarifi. Şöyle yazmıştı yazar; gerekenler: iki büyük şişe ketçap, 500 gr siyah sümüklü böcek, 3 yemek kaşığı siyah emaye boyası ve sağ ayak parmağınızın ucu. Fakir vampirler için canım, bizdeki etsiz çiğköfte misali. Çiğköfteyi de ne biçim severim ha. Olsa da yesek. Neyse gittikçe şişko oluyorum zaten blog yemesek daha iyi. O değil de kola da zararlıymış yani. Magnum temptationa da çok iyi diyollla, ben onların yalançısıyım. Ama yalancı olmak da iyi bişey değil. Konudan konuya da böyle atlarım işte. İtiraf ediyorum, ben cidden deliyim. Öyle böyle değil. Düzelirim dedim daha çok bozdum, önünü alamadım acayip bozdum. Gittikçe salaklaştım adeta. Parmakla gösterilicek bişey oldum. Nasıl da garip bişey oldum ha. Böyle puşt gibim ibne gibim...
30 Nisan 2011 Cumartesi
Mekanaşırı.
Odaları var kafanın dışarı açılan. Düşünceler duramıyo hani koşuyo dışarı dışarı pencerelerinden. İşte ben de koşmuş olsaydım dışarı dışarı, bu abzürt felsefeyi yapmaya başlamamış olucaktım. Ama yok, evdeyim. O zaman ben felsefemi meyveli alayım! Çünkü vitaminli yiyip sağlıklı düşünmeye ihtiyacım var, artık tatlı yiyip tatlı konuşmayacağım. Bütün garip düşünceler şeker bulmuş karınca sürüsü gibi beynimde zıp zıp zıplıyolar. Beynimi kemiriyolar demedim dikkat ettiysen, zıplıyolar. Çünkü dertli değilim, sıkılıyorum. İç dünyam dış dünyamdan daha renkli, rüyalarım günlerimden daha hareketli. Uyuşamıyoruz biz bu dünyayla, geldiğim yer böyle değildi benim. Candyland'den geldim demiyorum, ama belki uzaylıyım. Farklıyım diğerlerinden. İçim hep eğlenceli, isteklerim zararsız, düşüncelerimin çıkış noktası gökkuşağının dibindeki mücevher sandığı. İçimde herşey, farklı kutulardan seçilmiş farklı renklerde jelibon tanesi. Dışarısı gri, hava kötü, herkes kötü. Dışarısı bizim evden büyük. Ben hala küçüğüm. Herşey garip.
Bunun için uğraşmadım ama bi'kaç milyon yılımı daha bi mekanda kapalı şekilde geçirirsem iyi felsefe yapabilirim bence. Bi deneyelim blog. Sıkılmaya devam. Sert kal!
Bunun için uğraşmadım ama bi'kaç milyon yılımı daha bi mekanda kapalı şekilde geçirirsem iyi felsefe yapabilirim bence. Bi deneyelim blog. Sıkılmaya devam. Sert kal!
11 Şubat 2011 Cuma
Aşk İbneleri Sever
Bi kız bi de erkekten oluşan bi çiftimiz var blog. Tabi aşk hikayesi sonuçta ya ne olacağıdı. Neyse perdeyi şeyde açıyorum blog, sokakta. Kızla çocuk sadece susar birbirlerine bakar. Kız çok aşıktır, ama gitme diyemez. Niye gitme desin? Çünkü çocuk birazdan gidicek. Gitme dese de belki gidicek ama bunu hiç bilemiycez, gitme demedin, hiç efor sarfetmedin ondan sonra vay efendim niye gitti. Bi sus kızım! O da öyle yapar, susar. Çocuk kızı alnından öper -evet alnından çünkü burası namuslu bi blog-, ve zıt yönlere doğru yol alırlar. Kız üzgün üzgün giderken yolda eli yüzü düzgün bi genç evsiz görür, genç işi pek bilmediğinden; "abla nöölür bi şarap parası" der. Kız; "ne ablası ayol ben senden küçüğüm" der, bide "şu tipine bak hele bi, tipsizzz!" diye ezer. Genç çok üzülür ama kız bunu bilemez. Sonra yine ilerlerken eli yüzü düzgün olmayan bi evsiz görür, bu sefer bu genç; "abla çok açım, çok fakirim, az öteden geç de senin açından görüntü kirliliği olmasın" der. Gencin blöf yaptığını anlayamayan kızımız cebinden bi kağıt para çıkarır ve "al canım oy balım" falan gibi şeyler saçmalar.-Evet biz sadece kağıt olduğunu görürüz, kaç para olduğunu bilmeyiz-. Parayı alan tipi kayık genç çok sevinir hemen gidip bi şarap alır, şarabını içe içe giderken eli yüzü düzgün olan evsiz arkadaşını görür ve paranın arta kalanını ona verir. Eli yüzü düzgün ve üç gündür aç olan genç hemen yemek yemeliyim diye düşünür. Sonra aç olan annesi ve kardeşleri aklına gelince parayı cebine koyar ve yemek yemekten vazgeçer. Evinin yolunu tutan eli yüzü düzgün genç yolda giderken parayı düşürür, bunu 250 metre falan arkasından gelen, kızın sevgilisi esas oğlan bulur. Evet yol dümdüz bi yoldur, yani evsiz genci küçük de olsa görür ve parayı onun düşürdüğünü anlar. Arkasından koşsa da yetişemez çünkü evsiz genç mutlu olduğundan mütevelli çok hızlı gidiyordur. Sonra bi an duraksar ve "ulan benim evim yokki, nereye gidiyom la böyle" der. O bikaç saniyelik duraksamada kızın sevgilisi 250 metre açığı kapatır ve evsiz gence "paranı düşürdün" der. Evsiz olan ve genç kız tarafından "hele bi tipine bak tüüü" şeklinde azarlanmış olan genç diğerine göndüğünde oradaki herkes hikayenin değiştini anlar. Güneş bi farklı parlar, çiçekler bi ayrı güzel görünür. Halbuki olayın geçtiği mevsim buruk bi sonbahardır, çünkü herkes ayrılık filmlerinin sonbaharda daha güzel hissedileceğini bilir. Ayrıca saat akşam 20.00'ı geçmektedir yani gidecek olan sevgilinin otobüsünün kalkmasına yarım saat kalmıştır. Herkes bu ara açıklamadan sıkılır, birden evsiz ve evsiz olmayan genci görmeye çalışır. O sırada gitme saati yaklaşan genç, evsiz çocuğa; " açmısın, ben de açım hadi gel yemek yiyelim" der. Aslında ne annesi ne de kardeşleri olan evsiz genç "hadi yiyelim" der. Yemek yerken esas oğlan evsiz gençten gözlerini alamaz, otobüsü falan unutur sadece onunla geçirdiği dakikalar hiç bitmesin ister. Burada çocuğun kızı neden terkettiğini de anlarız, evet gencimiz aslında gaydir. İki gencin hikayesine burada ara verilirken genç kız da bi türlü evine gidememiştir ve hala aynı alık haliyle aman dalık haliyle yürümektedir. Şarabını içtikten sonra yolunda yürüyemeyen evsizimiz de mecbur n'apsın otobüse binmiş, Nişantaşı'ndaki evine gidiyordur. Evet çalışmayı sevmeyen adamımız aslında açım abla ayaklarıyla parasını çıkarıp gününü gün eden bi burjuvadır. Sarhoş sarhoş araba kullanamıycağından otobüste gitmeyi seçen adamımız tabi evet sarhoş olduğundan şoförle konuşmaması gerektiğini düşünemez ve şoföre hebelehübele der. O sırada sözleri anlamaya çalışan otobüs şoförü direksiyon hakimiyetini kaybeder ve birine çarpar. Çarptığı kız ona arabanın çarptığının bile hala farkında olamayacak kadar dalgın bi kızdır. Evet o kız bu kızdır. O sırada yemekten sonra eve giden 2 genç erkek televizyonda kaza haberini görür ve hastaneye koşar. Kazada sadece göze giden tüm sinirler minirler bütün herşey kopan onun dışında hiçbişey olmayan kız gözlerini açtığında doktorun babası olduğunu görür. Babasına "baba gizemle geziyoduk sonra bana otobüs çarptı bla bla" diye açıklama yaparken gay çiftimiz elele içeri girer. Genç kız "seni böyle görüceğime kör olsaydım lanet olasıı!" der ve o anda kör olur. Bu sefer görmediğinden yukarı doğru yönelen kız " Allah'ım bugüne kadar hiçbi dediğimi kabul etmedin, şimdi bu niye?" diye isyan eder. Dur yapma çarpılıcaksın demelerine kalmadan bir de çarpılır, ağzı yüzü yamulur. Üstünden aylar geçer babası içine kapanan dışına da kapanan kızını şehir dışına tatile göndermeye karar verir, aslında o şehre hiçbir şartta gitmiycek olan kız tabi ağzı yamulduğundan itiraz edemez. Otobüse bindirilen kız garda hala çok sevdiği eski sevgilisi ve onun yeni sevgilisini görür -kalp gözü-, onlara hareket çeker. Tam o en ön koltuktan dışardakilere hareket çekerken, otobüsün arkasından hebelehübele diye bi ses gelir. Herkes arkaya döner bakar veee o akşam haberlerde "yine otobüs kazası, bi genç kız öldü 3 yaralı var" şeklinde bi haber izlenir. Biri bizzat içinde bulunduğu otobüsün kaza haberini izlerken elinde şarap;" Belki senin kağıt paran dönüp dolaşıp yine sana girmiştir" der, ama sonra "ulan bu söz de nerden çıktı şimdi ehehöhö neyseea" diye güler. Işıklar bu gülüş sesiyle birlikte kapanır. Sonrası sen mutlu lerzan mutlu, gay çift de en mutlu.
Olamaz mı? Olur mu olur aga.
Ayrıca başlık meclisten dışarı yani. Alayınız bilir ki ben sever gays. Hoş değil ibne falan. Bi daha olmasın!
Olamaz mı? Olur mu olur aga.
Ayrıca başlık meclisten dışarı yani. Alayınız bilir ki ben sever gays. Hoş değil ibne falan. Bi daha olmasın!
4 Şubat 2011 Cuma
Öldüğünüz İçin Teşekkürler
Selam blog nassın eisin? Ben de iyiyim ok by. Ay yok dur anlatıcaktım. Evet şeyi. Aslında çok önemli bi mevzu da. Ama dinlemek istiyosan yani?... Tamam başlıyorum. Ben birinin hortlamasının hortlamamasından daha iyi olduğunu düşünüyorum blog . Yani tam olarak değinmek istediğim hortlaklara hor(t) davranmak sorunsalı. Şimdi biri öldü diye hadiii tamam gitti gelirse tırsarım aga diye mi bakmak lazım. Hem ayıp değil mi yaşarken oh canım cicim öldü geri geldi 'ay hortlak!' Hortlak ne lan saygısız ben senin büyüğünüm demez mi yani. Bence belirli gün ve haftalar şeysinde hortlaklar günü de olmalı, hem sevgililer gününden saçma olmazdı bence. Sevgilini hergün gör sonra 14 şubat geldi efenim bişeyler yapmak lazımlar falan. Adam hergün mü hortluyo sanki! Şu 14 şubata gıcıklığım belki Geleneksel 14 Şubatı Yalnız Geçirme etkinliğimin 21. yılını kutlıycağım içindir, ama çok kurcalama blog, saçma diyosam saçma. Hem dünya hortlaklar günü olsaydı her sene gidip biçok arkadaş edinirdim. İlla cennetin elit kesimlerinde huzura ermiş ölü tanıdıklarım olmasına gerek yok, çılgınca geberenler bizden değil mi? Ben arkadaş canlısıyım aga icap ederse "ah havalar nasıl orda? oh ne iyi ne iyi valla ben üşüyom burda şanslısın bedava ısın bakalım köfte"'leri oynar ortamı ısıtırım. Yok yok ısıtmak hoş olmaz, insan bi gün değişiklik ister tabi haklı. Ya bi kitap okumuştum Ghost diye, adam her gece hortlayıp öldüğü konağa gelenleri rahatsız ediyodu. Ben başından beri hayaletin yanındayım canım, çok istediğinden mi korkutuyo sanki milleti. Gelen geçen yerleşmiş köşke adam en sonunda çocuk gibi ağladı döktü içini, üç bin yıldır uyuyamıyomuş garibim içim ürperdi valla. Böyle durumlarda empati kurmak lazım, eğer gelip sana böö yapıyosa kesin gençliğinde bişey yapmışsındır ona körolasıca. Aynı şekilde dün izlediğim bi filmde de adamlar hortlayıp geliyodu , onları yakarak öldüren adamı yakıp öldürüyolardı. Doğru yaptılar ellerine sağlık. Aman benim okuduğum garip kitaplardan izlediğim zombi filmlerinden bahsetmeye kalkarsak ohoo. Neyse benim istediğim şu, yani dost ölülerimiz arada bi gelseler şöyle bi çay içsek muhabbet etsek. Gelirken pasta börek getirseler mesela oh. Ama çirkin gelmesinler ya bi çeki düzen versinler kendilerine yani adam ölürken kafası kopmuş misal ya da beyni falan dışarda gitmiş öbür tarafa, hoş değil çay içilmez karşılıklı. 'Zuhaa ben senin ciğerini bilirim aha da burda' ya da 'abi senin küçükken de beynin yoktu yanlış mı hatırlıyorum aha işte hala boş bi tas taşıyosun' gibi espiriler yapmak zorunda bırakmasınlar beni. Bak bi de şu var; gel şöyle otur diycem ama seni fena oturtmuşlar ha kazığa nihaha. Sus blog sinir etmesinler beni tutmam kendimi yaparım bütün abzürt esprileri Allaamaa! Bak söylüyorum bi de zart diye çıkmasınlar ordan burdan. "Ehehe hortladım geldim kapıyı çalmadım kanka bak ne dicem..." falan diye girerse odama ben de ağız burun girerim adama ha! Oha nasıl da sevgi doluyum. Ama konuyu bağlamalıyım hacı o yüzden öhöm ben öyle düşünüyorum ki eğitim şart! Ay şey dicektim kurulan ilişkilerde saygı şart diye düşünüyorum. Evet. Ölülerle de tabi. O yüzden bundan sonra yolcularken; "Öldüğünüz için teşekkürler, öteki hayatınızda başarılar dileriz" falan diyceksin blog. Bide şu kalıp sözlerden vazgeç bi zahmet. Neyden bahsettiğimi biliyosun. "Merhumu nasıl bilirdiniz? İyi bilirdiiik". Ayrıca blog sana diyorum bro sen anla! Şimdi bi deneme yapalım. Merhumu nasıl bilirdiniz? Hadi hep bir ağızdan! "Çılgın bilirdik adamım!"
A dur bide. Sevgili üstad Ali Poyrazoğlu -aha havaya gel- İçimdeki Timsah kitabında der ki; "...Bence geri dönüş söz konusu bile değil, yani önceden uyarayım dedim. Hani birine borç falan verirsiniz, 'Abi bir daha dünyaya gelişimde veririm' falan der, kazıklanmayasınız. Ya da sevgiliniz ' Senden ayrılıyorum diye üzülme bir daha dünyaya gelişimizde yine beraber oluruz' falan derse, yemeyin. Aman ha!"
Sırf okuduğumu belirtmek için yazdım. Böyle de kasıntıyım. Ama olsun yine de sevin beni. Aman ha!
A dur bide. Sevgili üstad Ali Poyrazoğlu -aha havaya gel- İçimdeki Timsah kitabında der ki; "...Bence geri dönüş söz konusu bile değil, yani önceden uyarayım dedim. Hani birine borç falan verirsiniz, 'Abi bir daha dünyaya gelişimde veririm' falan der, kazıklanmayasınız. Ya da sevgiliniz ' Senden ayrılıyorum diye üzülme bir daha dünyaya gelişimizde yine beraber oluruz' falan derse, yemeyin. Aman ha!"
Sırf okuduğumu belirtmek için yazdım. Böyle de kasıntıyım. Ama olsun yine de sevin beni. Aman ha!
Seni Doğurcağıma Taş Doğursaydım Tarifi
Gerekenler:
1 adet her zaman söylenme potansiyeline ve madde 52462426'daki özelliklere sahip hatun kişisi
1 adet en az o hatun kişisiyle izdivaç yapıcak kadar zekasız, madde 6524625462'deki özelliklere ve sahip ve çocuk yapmayı bilen erkek kişisi
Ve uygun bi mekan -töbe töbe-
Madde 52462426'nın içerdiği gibi dişimiz akşama kadar çekirdek çıtlayan (ya da çitleyen), dedikodu yapan, yemek yapmak yerine kuaföre giden mesela evle ilgilenmek yerine bol bol alışverişe giden (eh hergün evde geçer mi oyüzden bol bol) ve kesinlikle çocuk isteyen ama bunun için sadece doğurganlık özelliğine sahip olmak gerektiğini düşünen hatun kişisi "amaan canım sıkılıyo napiiiim hadi evleniyim bari" mantalitesiyle erkek bakmaya başlar. Bu sırada, "oğlum hergün meyhanede orda burda hayat mı geçer hem sana yemek yapıcak evini ısıtıcak bi kadın lazım gel seni falancıyla baş göz edelim" (falancı lafı geçmezse vallahi olmaz blog) diyen yakınları olan ve madde 6524625462 gereğince evet ağzıyla içmeyi bilmeyen, iyi küfür eden, en uzağa tükürme rekoru olan ne biliyim İsmail Yk'yı ekol olarak gören erkek kişisiyle tanıştırılır. Geçtiğimiz cümlenin yarısı kadar kısa bi süre içinde bu iki sorunlu evlendilir ama ben baş göz etmek deyiminin daha iyi olduğunu yine de belirtmek isterim. Sonrasında her geçen günü bi öncekinden malca bile geçiremeyen, yani herhangi bir konuda ilerleme katetmeye karşı olan çiftimiz bigün " hadi la çocuk yapak" der. Ama bu mallar bunu söylediğinde mesela gerizekalı hatunumuz aslında 7 aylık hamile olduğunu farkeder. Sonuç olarak 2 ay sonra çocuk çıkar. Çıkar mı fırlar mı bilmem aga. Abartmak isteseydim "alo aaayyy bilmemne hanım ay ben programınızı izlerken off doğurmaya başladım ne yapiyim?" diyerek tv karşısında doğurturdum kadını. Ama yapmadım. Çünkü yaratıcılığımı en can alıcı noktaya bıraktım. Çocuğun büyüyüp apaçi olması kısmına. Ah dur çok mu hızlı gittik. Olsun büyüdü işte çocuk ve apaçi oldu. Uyuşturucu da kullanıyo karı kız da. Koluna faça çekiyo mesela eğlence olsun diye. Hobileri içinde arkadaşlarıyla birbirlerinin annesine küfür etmek başı çekiyo, hepsi bunu yeterince yapıyo ki hiçbirinin annesi eksik kalmasın. Annesi de alıştı hem, o da hergün oğluna bildiği tüm kötü lafları sayıp stres atıyo, rahatlıyo, ama en rahat zamanlarını çocuk 38763675373 gün eve uğramadığında geçiriyo. Bide kocası içtikten sonra her gece evi bulamasa daha iyi olucak da işte. Neden çocuğun erkek olduğu kısmını atladım evet. Ama biliyosun ki erkek adamın erkek çocuğu olur(!) Ya açıkçası bi kızın daha kötü yola düşmesine içim el vermedi. Hem yazıyı ben yazıyorum ya sanki benim yüzümden düşücekmiş gibi hissettim. Neyse böyle yani blog. Sonuç olarak çocuğumuz hazır. Son sözü cefakar fedakar ayaklarının altı cennet olan annemize veriyoruz. Hadi bi de bu sözü mesela karakolda "şu piçin ailesine haber verin" kısmından hemen sonra komiserin karşısında 'çocuğumla çok ilgilenmek istedim ama o buna hiçbi zaman izin vermedi' ifadesini takınan kocasının yanında mülayim ev kezbanı şeklinde boynunu bükerek söylesin. "Niye böyle oldun oğlum, ah seni doğurucağıma taş doğursaydım".
1 adet her zaman söylenme potansiyeline ve madde 52462426'daki özelliklere sahip hatun kişisi
1 adet en az o hatun kişisiyle izdivaç yapıcak kadar zekasız, madde 6524625462'deki özelliklere ve sahip ve çocuk yapmayı bilen erkek kişisi
Ve uygun bi mekan -töbe töbe-
Madde 52462426'nın içerdiği gibi dişimiz akşama kadar çekirdek çıtlayan (ya da çitleyen), dedikodu yapan, yemek yapmak yerine kuaföre giden mesela evle ilgilenmek yerine bol bol alışverişe giden (eh hergün evde geçer mi oyüzden bol bol) ve kesinlikle çocuk isteyen ama bunun için sadece doğurganlık özelliğine sahip olmak gerektiğini düşünen hatun kişisi "amaan canım sıkılıyo napiiiim hadi evleniyim bari" mantalitesiyle erkek bakmaya başlar. Bu sırada, "oğlum hergün meyhanede orda burda hayat mı geçer hem sana yemek yapıcak evini ısıtıcak bi kadın lazım gel seni falancıyla baş göz edelim" (falancı lafı geçmezse vallahi olmaz blog) diyen yakınları olan ve madde 6524625462 gereğince evet ağzıyla içmeyi bilmeyen, iyi küfür eden, en uzağa tükürme rekoru olan ne biliyim İsmail Yk'yı ekol olarak gören erkek kişisiyle tanıştırılır. Geçtiğimiz cümlenin yarısı kadar kısa bi süre içinde bu iki sorunlu evlendilir ama ben baş göz etmek deyiminin daha iyi olduğunu yine de belirtmek isterim. Sonrasında her geçen günü bi öncekinden malca bile geçiremeyen, yani herhangi bir konuda ilerleme katetmeye karşı olan çiftimiz bigün " hadi la çocuk yapak" der. Ama bu mallar bunu söylediğinde mesela gerizekalı hatunumuz aslında 7 aylık hamile olduğunu farkeder. Sonuç olarak 2 ay sonra çocuk çıkar. Çıkar mı fırlar mı bilmem aga. Abartmak isteseydim "alo aaayyy bilmemne hanım ay ben programınızı izlerken off doğurmaya başladım ne yapiyim?" diyerek tv karşısında doğurturdum kadını. Ama yapmadım. Çünkü yaratıcılığımı en can alıcı noktaya bıraktım. Çocuğun büyüyüp apaçi olması kısmına. Ah dur çok mu hızlı gittik. Olsun büyüdü işte çocuk ve apaçi oldu. Uyuşturucu da kullanıyo karı kız da. Koluna faça çekiyo mesela eğlence olsun diye. Hobileri içinde arkadaşlarıyla birbirlerinin annesine küfür etmek başı çekiyo, hepsi bunu yeterince yapıyo ki hiçbirinin annesi eksik kalmasın. Annesi de alıştı hem, o da hergün oğluna bildiği tüm kötü lafları sayıp stres atıyo, rahatlıyo, ama en rahat zamanlarını çocuk 38763675373 gün eve uğramadığında geçiriyo. Bide kocası içtikten sonra her gece evi bulamasa daha iyi olucak da işte. Neden çocuğun erkek olduğu kısmını atladım evet. Ama biliyosun ki erkek adamın erkek çocuğu olur(!) Ya açıkçası bi kızın daha kötü yola düşmesine içim el vermedi. Hem yazıyı ben yazıyorum ya sanki benim yüzümden düşücekmiş gibi hissettim. Neyse böyle yani blog. Sonuç olarak çocuğumuz hazır. Son sözü cefakar fedakar ayaklarının altı cennet olan annemize veriyoruz. Hadi bi de bu sözü mesela karakolda "şu piçin ailesine haber verin" kısmından hemen sonra komiserin karşısında 'çocuğumla çok ilgilenmek istedim ama o buna hiçbi zaman izin vermedi' ifadesini takınan kocasının yanında mülayim ev kezbanı şeklinde boynunu bükerek söylesin. "Niye böyle oldun oğlum, ah seni doğurucağıma taş doğursaydım".
16 Ocak 2011 Pazar
Kurumuş Kız Kıvamında
Here I come blog, here I come again. Niye böyle bi giriş yaptım sorma, biliyosun ki ne zamandır görüşmedik seninle. Geldim işte bi welcome dersin diye yaptım ama neyse sana trip atmıycam kaçöte. Yeteri kadar kişi var menzilimde bugün trip atıcak be blog, ondan geldim zaten sana yoksa çok da umrum değilsin hani. Neyse giriyorum konuya, hem de bunalımlardan bunalımlara yatay geçiş yapan ergen psikolojisinin kullandığı en bilindik soruyla; ben çirkin miyim blog ha? Bugün ne kadar 'hamaaan beni beğenen böyle beğenir'leri oynasam da kırılmadım değil hani duyduğum acımasız gerçeklere. Çaktırma blog başından beri biliyodum duyuyodum ama duymazdan geliyodum, ama sonunda ben de sordum işte o soruyu kendime. Güzel kızlar hep saçı, boyu, bacağı uzun kızlar mıdır yani? Annem hep der kız gibi giyin saçını başını uzat bişiler yap diye, ben de 'benim bi tarzım var peh'lerle karşılarım onu hep ama bugün yarı pes ettim. Yolda gördüğümüz ve bana göre son derece sevimsiz olan bakımlı kıza annem "harbiden kız güzelmiş haa" falan gibi bişey dedi, üstüne yetinmedi "onun senin boyun kadar bacak boyu var" gibi şeylerle ezdi beni. Zaten abim de bana hep çirkin diyo, inşallah burnunda kocaman sivilce çıkar diyo. Halbuki ben hep bodurtavukherzamanpiliç anlayışıyla kendimi teselli etmiştim, halbuki ben hep çirkinolsambilesevilirimki triplerinde gezmiştim, halbuki ben hep kendimi olduğum gibi sevmiştim! Oldu mu şimdi blog ha söyle oldu mu? Bütün kendimle ilgili pozitif düşüncelerime kıramp girdi gördün mü. Beni ne doktorlar ne mühendisler de istemez büyüyünce, aha valla da evde kaldım. Biri tırmanır belki anlayışıyla saç uzatıp yanaklarımı pembeleşinceye kadar boyayıp, kız kurusu kıvamına gelince izdivaç mizdivaç bişiler yapcaz artık. Burdan kendim gibi olan tüm potansiyelkızkurularına başarılar diliyorum. Saygı sevgi.
13 Ocak 2011 Perşembe
10 Adımda 12 Adım
1-Gürültülü müzik dinlemek tehlikeli ve yasaktır, yapma. Şayet kapına alt komşunun şikayeti üzerine gelen polisler dayanabilir. Ama sen yine de kulak sağlığın için kısık dinlediğini savun, karizmayı çizdirme.
2-Toplum içinde küfürlü konuşma, konuşucaksan da yakıştır. Tikiysen bile o anda bi sokak çocuğuymuşsun gibi hisset hissettir ki dilini iyi kullanıyo ibne desinler.
3-Doğru insanı bulduğunu düşündüğünde hiç durma.Yani orda durma kaç. Çünkü büyük ihtimalle doğru sandığın kişi aslında en yanlış kişi olacaktır.
4-Doğru bildiğin yanlışlar için diren, yanlışlar doğruya götüren yollardır. Ama istisna gördün kaideyi bozan ilk sen ol. Sınav esnasında etrafındaki 3 kişi senin verdiğin cevabı vermediyse yanlış olan sensindir uzatma.
5-İyi bildiğin kötüler için de savaş. Herkes şeytan olduğunu söylese de sen göremedikleri kanatlarına hayran olduğunu söyle. Ama inandırmaya çalışma, hoş tepki vermeyebilirler. Bkz: Biyeriyle gülmek.
6- Yolda sana tip tip bakan insanlara sen de pis pis bak, kadınlarsa daha pis bak. İlerde çocukları olursa sana benzesin sevmedikleri ot burunlarından gelsin. (evet öyle değil o deyim ama sanane)
7-Tanımadığın bilmediğin cihazlardan veri alma, veri dersin ama senin için verimli olmayabilir. Virüsleri seviyosan da meclisten dışarı sev, fazla yüz verme. (bu ne saçma madde adamım!)
8-Hayalet öcü gibi şeyler yoktur, inanma. İnanırsan da onlara çaktırma. İnanmıyosun sansınlar sana sarmasınlar. -Hayaletlerle dost olmak toplumca hoş karşılanmaz herkes izlemedi ki sevimli hayalet casper'ı dimi ama.-
8-Kendini toplumdan soyutlayan insanları sen somutlamaya çalışma, kendi hallerine bırak. Arkadaş olmak istersin sert yaparlar, zekat verirsin fekat almazlar.
9-Niye kimse beni anlamıyo dediğin anda aynada yüzünün yarısı saçla kapalı garip biriyle karşılaşırsın, tepki verme aksi takdirde o da sana aynı tepkiyi verip korkutabilir. (aynaya bakıp ümitsizliğe kapılanlarınız için bkz:madde 10)
10-Emo olmak kötü bişey değildir, korkma. Sadece ailene karşı gelmeyen saygılı terbiyeli bi emo olmaya özen göster. Büyüyünce geriye dönüp baktığında kendi yüzüne tükürmek isteme, ama istersen de bunu sadece sırtüstü yatarken yapabilirsin unutma.
Tüm haklarım gizlidir. Dağılın.
2-Toplum içinde küfürlü konuşma, konuşucaksan da yakıştır. Tikiysen bile o anda bi sokak çocuğuymuşsun gibi hisset hissettir ki dilini iyi kullanıyo ibne desinler.
3-Doğru insanı bulduğunu düşündüğünde hiç durma.Yani orda durma kaç. Çünkü büyük ihtimalle doğru sandığın kişi aslında en yanlış kişi olacaktır.
4-Doğru bildiğin yanlışlar için diren, yanlışlar doğruya götüren yollardır. Ama istisna gördün kaideyi bozan ilk sen ol. Sınav esnasında etrafındaki 3 kişi senin verdiğin cevabı vermediyse yanlış olan sensindir uzatma.
5-İyi bildiğin kötüler için de savaş. Herkes şeytan olduğunu söylese de sen göremedikleri kanatlarına hayran olduğunu söyle. Ama inandırmaya çalışma, hoş tepki vermeyebilirler. Bkz: Biyeriyle gülmek.
6- Yolda sana tip tip bakan insanlara sen de pis pis bak, kadınlarsa daha pis bak. İlerde çocukları olursa sana benzesin sevmedikleri ot burunlarından gelsin. (evet öyle değil o deyim ama sanane)
7-Tanımadığın bilmediğin cihazlardan veri alma, veri dersin ama senin için verimli olmayabilir. Virüsleri seviyosan da meclisten dışarı sev, fazla yüz verme. (bu ne saçma madde adamım!)
8-Hayalet öcü gibi şeyler yoktur, inanma. İnanırsan da onlara çaktırma. İnanmıyosun sansınlar sana sarmasınlar. -Hayaletlerle dost olmak toplumca hoş karşılanmaz herkes izlemedi ki sevimli hayalet casper'ı dimi ama.-
8-Kendini toplumdan soyutlayan insanları sen somutlamaya çalışma, kendi hallerine bırak. Arkadaş olmak istersin sert yaparlar, zekat verirsin fekat almazlar.
9-Niye kimse beni anlamıyo dediğin anda aynada yüzünün yarısı saçla kapalı garip biriyle karşılaşırsın, tepki verme aksi takdirde o da sana aynı tepkiyi verip korkutabilir. (aynaya bakıp ümitsizliğe kapılanlarınız için bkz:madde 10)
10-Emo olmak kötü bişey değildir, korkma. Sadece ailene karşı gelmeyen saygılı terbiyeli bi emo olmaya özen göster. Büyüyünce geriye dönüp baktığında kendi yüzüne tükürmek isteme, ama istersen de bunu sadece sırtüstü yatarken yapabilirsin unutma.
Tüm haklarım gizlidir. Dağılın.
4 Ocak 2011 Salı
Öylee Saçmalayasım Var İşte
Acı yiyip acı konuşasım var bugün blog. Biri ölse de helva yesek diyesim var mesela. Tüm çirkin kız ve erkeklere küfür edesim var sonra da tüm güzel kız ve erkeklere. Hepsine aynı anda edemem blog sectionlara ayırdım anla. Ya da önce güzel olanlara ederim, o sırada çirkin olanlar kör talih çirkin şanslarına şükrederler bi kez sayemde. Evet evet öyle yapmalıyım. Salça olmalıyım birilerine, böyle ayakta kalmalıyım. Vuhuu nasıl da şairane konuştum, yaparım böyle muntazaman. Mesela bugün metroda düşündüm, tek başıma yaptım, hin baktım kafamın üstündeki ampüle. Herkes kafasına göreydi çünkü, birilerinin dikkatleri tek yönde toplaması iyi olmaz mıydı. Tam o sırada metro türbülansa girdi (!) yani böyle garip sesler çıkararak yavaşladı falan, turist teyzeler ve turist olmayan teyzelerden ibaret görünen metrodaki herkesin yüzüne tek tek baktım. Hepsi böyle bi "noooluyo yea" tarzı soru sordu kendi kafasında kendine. Kalkıp "panik yapmayın hepimiz ölücez!!" demeyi çok istedim lan blog, valla be. Bu; acil durum düğmesine basıp, metronun birden durmasına neden olup güvenlik abi geldiğinde 'yanlışlıkla şeyettim' demekten, üzerinde 635736537 kişi varken yürüyen merdivenin düğmesine basıp durmasını sağlayıp, o 256753736537 insanın 'naptı bu gerizekalı' demesinden ve peşine gelen anonsların sana itaf edilmesinden daha adrenalinli olurdu hani. Paso basıp ama turnikelerin üstünden atlayıp, atlarken telefonunu düşürdüğünü farketmemek ve taksim mecidiyeköy arasını bikaç milyon kez dolaşmak kadar nefes nefese bırakmazdı belki evet ama güvenlik amcaların telefonu karıştırıp mesajları okuyup gün sonunda telefonu teslim ederken 'herşeyini biliyorum köfte' bakışına sevgi yükleniyor 95% loading şeklinde bi yüz ifadesiyle bakmak gibi bi duygu yükleyebilirdi. İşte öyle gülümsetebilirdi blog. Her ne kadar o gün güvenlik amca kendi numarasını benim telden çevirmiş olsa ve ben de ogün röportaja gidicek olsam, mesela röportaj yapıcağım adamın numarasını kaydetmemiş olup son aranan numarayı 76538765373 milyon kez arayıp ulaşamış olsam da...Öyle yani blog, ben bugün sadece metroda yaşadığım -yaşattığım- saçmalıkları hatırlattım kendime ve bunun içinde metroda öpüşen çifte pis pis bakıp 'lanet olsun size' demek dahil 63576537635 zilyon tane abzürt anı var. Başka bigün de belki trende yaptığım saçmalıkları anlatırım, mesela arkasından saçını falan ellediğim için kadının pis pis bakması üzerine iremin "naaapıyosun dilek yine? kadını mı elliyosun" demesini, insanların bizden kaçışlarını bizim olaylara yarılışlarımızı...Ama sus şimdilik bu kadar. Hadi sağlıcakla blog esen kal. Oo yeea!
2 Ocak 2011 Pazar
Üretim Hatası
Biraz önce telefonum çaldı. Pek sık yapmaz bunu, hatta son bikaç aydır belki hiç yapmadı. Hemen ezik hissettirme blog sevenim olmadığından değil aranmamam, ben aranmayı sevmediğimden. Hem telefon numaram da çok nadir kişide var, o nadir sayıda kişi de çok çok nadir beni merak ediyo evet napalım. Neyse evet biraz önce telefonum çaldı. Dinledim, bi kez çalsaydı cahilliğine verip duymazdan gelicektim ama baktım devam ediyo üretim hatası. Yok üretim hatası şarkısıyla çalıyomuş telefonum,yoksa severim pembe cookie'mi, melodiyi de gençlik zamanımda koymuşum hey gidi. Elimi uzatıp yatağımın kenarındaki dolabın üstünden telefonumu alabileceğimi sandım ama baktım yatağımda değilim. Sonra düşündüm düşündüm düşündüm saliseler boyunca nerdeyim diye sonra bi hamleyle kalkar gibi oldum uyuduğum yerden. Abim de sese gelmiş ben çaldırıyorum seni dedi. Kendimde olsaydım 'daha komik şakalar yap abi' derdim ama demedim blog. Çocuk aramış evin içinde bulamamış beni, odamın önünden falan da geçmiş yatağım toplu tabi gitmiş. Halbuki düşünmeliydi kalorifer peteğinin önünde sızdığımı, evde yokum sanmış. Sonra kalktım yüzünü yıka dedim kendime -ne de güzel uyuyodum halbuki- gittim aynaya baktım suratımda kırmızı izler falan çıkmış, saçlarımın da yattığım tarafı düzleşmiş. Hiç tahammül edemem öyle taranmış gibi saça, ben ne kadar zamanımı veriyorum saçım yataktan yeni kalkmış gibi görünsün diye biliyomusun blog ha? Neyse saçlarımı yıkadım ama yüzümü yıkamadım niye bilmiyorum. Bide nerden takıldıysa ağzıma "saplıyordum iğneyi bin doz öfkee bin doz belaaa" diye şarkı söylüyodum. Sanem olsaydı o da bana üretim hatası derdi belki bu şarkıyı söylediğim için, bi keresinde seni feysten silme nedeni bu şarkı demişti.-Bu şarkının da tek burasını bilirim ve feci detone söylerim-.Bu sefer ev telefonu çaldı açtım direkt "alo ben Hacer sende yazıcı var mı" dedi. Daha kısa da konuşabilirdi aslında mesela ben hacer demeseydi dimi, dünyada böyle bi sese sahip tek insan sonuçta, havada karada tanırdım. Hemen sonra zil çaldı kapıyı açarken oha ne çabuk geldin dicektim baktım Hakan'mış. Kafamda havlu geziyodum öyle sonra Hacer abla da geldi işte. Muhabbet ediyoruz şimdi. Çay yaptım ve 2 kez de yeniden kaynattım, hacer abla açık koy dedi koydum, portakalımı soy dedi soydum.Niye herşeyi ben yaptım? Bazen bulunduğum zaman diliminden kurtulmak istiyorum, daha az yorucu bi güne gidelim blog. Evet bu olaylar dizisi yordu beni valla. Şimdi gidip uyuycam. Dün akşam 9'da yattım sabah 11'de kalktım, sonra yine yattım yine kalktım. Toplam 15-16 saat falan uyudum Bu hayat beni yordu be blog.
31 Aralık 2010 Cuma
Yeniyılyeniyılyeniyılyeniyıl.
Ehe nasıl da yeni yıl geldi. Aslında nasıl da kastım şirin bi giriş olsun diye. Velkam 2011 ok by 2010 falan da diyebilirdim blog, demedim. Yastayım blog yine evdeyim bütün seneyi evde geçiricem. Ama napıyoruz gülüyoruz efenim, niye çünkü bikaç dk kaldı lan. Somurtarak girersem nolur, bütün sene somurturum mazallah! Gerçi bu her açıdan imkansız görünüyo. Yani somurtmam... Siz de somurtmayın. Her ne kadar evde çerez yiyip tv izleyerek girecek olsak da yeni yıla, polyannacılık oynayarak mesela, gayet mutlu olabiliriz. İnanırsak olur bence. Herşeyin başı sinerji enerji falan. Bence cümlelerimi daha uzun kurmalıyım blog böyle pek bi sevimsiz oluyo, somurttuğum belli olmasın. Bide mesela sana sürekli blog diye hitap etmemeliyim belki. Bu arada baya bi bakıştık ekranla o süreçte havaifişekler patladı, girdik işte 2011'e. Hatta bu cümleyi yazdıktan sonra da tam 34 dk geçmiş bi yıldır yazı yazıyorum hohoho. Bu espriyi yapmadığımız bi yıl olmasın istedim. Bide nedense "Ağzımızın tadı kaçmasın Ali Rıza Bey" repliğini kendime hatırlatarak biraz gevşedim. Ama yine de gerginim ulan, gezeydik tozaydık stres ataydık ona buna salça olaydık daha iyi olmaz mıydı yani. Bunları hatırlatarak kendime daha çok geriliyorum en iyisi gidiyim. Evet. Yahşi Cazibe izlemek de iyidir sonuçta. Görüşenzi blog. Yeniyıleniyılyeniyılyeniyılbizlereeekutlumutluolsun blog. Çok sıktı bu blog, blog. Belki çeyrek biletime bişeyler vurmuştur hani belki en azından bi amorti çıkmıştır umuduyla -demekki hala pozitif bişeyler varmış içimde diyerek- ayrılıyorum burdan. Heee eğer biletime bişey çıkarsa seni de görücem blog. Son kez blog. Ok by.
25 Aralık 2010 Cumartesi
Geçti Tost Kervanı!
Biliyorum tost değil dost. Dost mu kaldı bu zamanda efendim dimi ama. Hem tost olsa daha iyi olmaz mıydı yani. Şöyle sucuklu kaşarlı. İnsan aç olunca da hep böyle şeyler düşünür be blog kalksan da bana bişeyler hazırlasan be. O olsa şimdi "kalk bi makarna kır kızkardeş" derdi. Evet makarna kırılmaz, ve o böyle saçma cümleler kurmazdı. Ben zaten hep karıştırırım renkleri, zevkleri, cümleleri birbirine. Kesin pişir derdi ozaman ama makarna dediğin de öyle kolay bişey değil hani. Ama bigün gelicek ben de bişeyler pişirebilicem blog, çünkü insanlar sevdiklerine bişeyler pişirirlermiş. Biz de yapıcaz. Kenya'daki hayali evimizde hayali kızkardeşimle bambu dolması pişirip gülmekten yiyemiycez. Hayır o hayali değil, o gerçek, hayalimiz de gerçek ama o bizimle yaşamıyo, o brokoli. Ahah hayır şuanda o kadar sayko değilim tamam, brokoli onun nicki diyelim blog. İfşa etmek olmaz tabi ismini burda, benim gibi bi saykoyla anılmayı ister mi bi soralım efenim. Tabi istiycek lan biz 7 senemizi verdik. Birbirimize vermedik be o kadar da değil. Ama o 7 seneyi verirken hayata, biz hep birbirimizdik biz hep biz'dik. Pınar Labne'yi bile biz meşhur etmişizdir belki. Aklım reklama takıldı blog yine televizyona bakarken yazıyorum kusura bakma, doğaçlama yaşıyorum. Of ulan gördün mü herşey uçtu aklımdan, ya da hiç orda olmamışlardı. Ama olsun bu yazı yayınlanacak. Yaptım olacak! Çünkü sen bi zaman elinde defter ağzımdan çıkan tüm embesillikleri yazmış bi insansın. Benim hala iki dişimin arasına çomak sokasım var kızkardeş. Evet blog bu sefer seninle değil onunla konuşuyorum. Bu çomak olayını da kimse bilmiycek 7 senede yaşadığımız 7 katzilyon şeyi bizden başka kimsenin bilemiyceği gibi. Evet katzilyonu şimdi uydurdum, ama söylemiştim doğaçlama takıldığımı blog sert yapma şimdi bana. Neyse kızkardeş sana dönüyorum yine çünkü "ben bu yazıyı sana yazdım". Ben de isterdim Cem Adrian gibi "ben bu şarkıyı sana yazdım" demeyi ama o kadar kabiliyetim yok bunla idare et. Seviyorum seni Brokoli'm. Nasıl da duygusala bağladım görüyo musun, yapıyorum bunu muntazaman. Neysa yarın falan görüşürüz. Yok yarın pazar haftaiçi olur. Si yu.
Heee bide evet "70 yaşına geldiğimizde, sallanan sandalyemizde otururken elimizde pc, yine bişeylere bakıp yarılıyo olucaz." kızkardeş sözü:D
Heee bide evet "70 yaşına geldiğimizde, sallanan sandalyemizde otururken elimizde pc, yine bişeylere bakıp yarılıyo olucaz." kızkardeş sözü:D
Birgünbirgünbirsinek
Hayatta en nefret ettiğim şey soğuk içilmesi gereken bişeyi (bkz:kola) ısınmış şekilde içmek değil ama sıcak içilmesi gereken bişeyi (bkz:nescafe) soğumuş halde içmek de değil
Gerçek olan şu ki yeğenlerr; ben sinek hayvanatından nefret ettiğim kadar hiçbişeyden nefret etmedim şu fani dünyada.
O ne ya o ne ya aynı hareketleri yap dön dön lambanın etrafında sinir et beni üstüne yetinme gece gel vızvızvız kulağımda dön, bideeeee gel oramı buramı ısır em var mı böyle bi dünya, kim verdi sana bu hakkı lan?
Kan kutsaldır öyle ite köpeğe sineğe verilir mi Allahsız!
01.10.2010 20:31:00 | 152 kez görüntülendi
Yine kendi yazımdan alıntıdır. Pek kişi bakmamış tabi. Ama sadece bikaç saat yayında kalıyodu yazılar. Yine iyiyim yani. Bide tabi şimdi sinek falan yok malum kış ama olsun paylaştım. Hadi başbaş.
Gerçek olan şu ki yeğenlerr; ben sinek hayvanatından nefret ettiğim kadar hiçbişeyden nefret etmedim şu fani dünyada.
O ne ya o ne ya aynı hareketleri yap dön dön lambanın etrafında sinir et beni üstüne yetinme gece gel vızvızvız kulağımda dön, bideeeee gel oramı buramı ısır em var mı böyle bi dünya, kim verdi sana bu hakkı lan?
Kan kutsaldır öyle ite köpeğe sineğe verilir mi Allahsız!
01.10.2010 20:31:00 | 152 kez görüntülendi
Yine kendi yazımdan alıntıdır. Pek kişi bakmamış tabi. Ama sadece bikaç saat yayında kalıyodu yazılar. Yine iyiyim yani. Bide tabi şimdi sinek falan yok malum kış ama olsun paylaştım. Hadi başbaş.
19 Aralık 2010 Pazar
Şey gibiyim.Evet.Deniz kestanesi.
Az önce çocukluğuma indim blog. Evet. Hep böyle miydim yoksa normal olduğum zamanlar da var mıydı diye. Mesela çok küçükken şarkı söylermişim, annemin söylediğine göre pek de sevimli söylermişim şimdi söylemeye kalksam mazallah karga katliamı falam olur. Öyle diyolar yani. Yoksa hala kargalarla olan ilişkisini anlamış değilim. -Bi de 'acı patlıcanı kırağı çalmaz' atasözünü bu yaşıma kadar anlayamamıştım ama bunun konumuzla hiçbi alakası yok-. Hiçbişeyin aslında bi başka şeyle alakası yok hayatımda. Küçükken Coşkun Sabah hayranı olduğum bi dönem geçirdim mesela. -Bu da bi dönem kızamık hastalığı geçirdim der gibi oldu ama neyse-. Neyse müzik olayında hala biyere varmış tarzımı bulmuş değilim. Müzik evrenseldir. Anlamını bilmiyorum ama öyledir heralde, o yüzden rap de dinlerim metal de aga. Başka bi konuya atlıyorum hooop. Mesela ben hiç barbie bebek sevmedim, daha doğrusu hiç bebeğim olduğunu hatırlamıyorum ama annem kıskandığım için kafalarını kopardığımı bu yüzden benim barbielerim değil action men'lerim olduğunu söyledi. O yüzden ne kadar kızsam o kadar erkeğim aslında. Neyse ki silahlarla oynamamışım, yoksa şimdi askere gidicem diye tutturabilirdim (bazen geyiğini yapmıyo değilim ama sus yüzüme vurma). Bi de ben kumla oynamayı çok severdim. Hayır kumsalda değil bildiğin inşaat falan gibi ortamlarda. Ve pasta yapmazdım mesela yaratıklar yapar üstüne korkunç hikayeler yazar herkesi de inandırırdım, bazen kendimi de inandırırdım ki biraz korkayım. Herkesten daha korkak olduğum aşikar ama korkmayı da herkesten fazla seviyorum belki. (keşke biri bana scare tactics'teki gibi şaka yapsa da korkudan ölsem ne güzel olurdu blog). Dur konuyu bağlamadan geçtirtme. Evet bazen kendimi korkutmak için garip hayaller kuruyorum. İnan biraz sonra gerçekten korkmaya başlıyorum, belki normal olarak biyerlerden çıkan bi çıt sesi benim kafamda korkunç bi olayın başlangıcı olabiliyo sonra tamam bitsin artık diyorum ama bu sefer de korkularım bırakmıyolar, bi kere başladın hadi devam et kaçış yok diyolar. I want to play game diyolar blog! Mesela bazen hayallerimde kendimi öldürüyorum çok zevkli oluyo, aslında çoğu zaman ölümümle sonuçlanıyo maceralarım, o kadar şeyi yaşadın yeter artık biyerde bitmeli diyo olayın akışı ve her seferinde yeni bi teori her seferinde farklı bi ölüm hazırlıyorum kendim için. Ölümüme de özen göstermeliyim, sıradan bişekilde ölemem ya! Bunları boşverelim blog nasıl olsa bu yazıyı yine bi iki kişi okuycak ve bunlardan biri abim, kızmasın şimdi. Ölmemi istemez o da. Başkaları da mı var ailem dışında ölmemi istemeyen? Vardır heralde yea. Bazen bunları da düşünüyorum sonumu hazırlarken aslında. Biraz öleyim biraz izleyeyim diyorum ağlayışlarını. Bu şekilde hiçbi zaman başaramadığım bişeyi yapabilirim; insanları tanıyabilirim. Neyse başka şeyler de var bahsedeceğim, zaman azalıyo sayfa genişliyo herkes sıkılacak okurken. Defterlerime bakıyorum bazen blog eski yeni defterlerim notlarım...Benim hiçbi zaman düzgün not tuttuğum defter gibi şeylerim olmadı. Onlar benim karanlık yanımın yansıması bence. Yaptığım tek şey karalamak anlamsız semboller resimler çizmek, birisi demişti ki " Senin de psikolojin bozuk, sen de duramıyosun beyazı kirletmeden." Yüzü olmayan kapşonlu cellatlar çizdiğim zamanlar vardı mesela, ellerinde bişeyler tutuyolardı ama elleri de yoktu. Seni de ürküttüm blog gördünmü, kendi uyduruk hikayeme çekerim seni de istesem, ama yapmıycam iyi kızım ben. Biraz dengesiz bi kızım yea, bişeye gülerek, mutlu başlayıp aman s.tirsin gitsin be! şeklinde de bitirebiliyorum -ağzını bozma- ve bunu yazmaya başladığımda da kendi karanlığımı örtmüştüm beyaz şirin bi örtüyle belli ki. Ya da fluydu bişeyler ama rahatsız etmiyodu dikkatli bakmayınca. Aha yine sapıttı bak. Tamam en azından bu yazıyı bana en çok yakışan gülen kız maskemi takarak bitiricem -ören bayanı hatırlattı bu gülen kız da bana, hoş değil- Neyse gitmem gerek sanırım yazıcağım çok şey vardı oysa ki. Kısa geç yavrum.Hadi gökten üç deniz kestanesi düştü. Bi tanesi içine büzülmüşlüğünden kurtulmaya çalışıyodu ve iyi ki birileri ona istemek başarmanın yarısıdır demişti.(Bunu şu anda düşündüm blog, başlığa uysun diye çaktırma)
18 Aralık 2010 Cumartesi
Beyinsizlik Zor Zanaat
Az önce kahve yapmak için su koydum blog. Çaydanlığa koydum yani. Sonra geldim buraya nette takılmaya devam ettim. 76487363873 saat geçince yanık kokuları gelmeye başladı ama nerden. Bi 10 dk snıf snıf pozisyonunda ekrana bakmaya devam ettim sonra mutfağa bakmak geldi aklıma. Gelmiş miydi yoksa annem git bi bak mı demişti? Evet sanırım zorla gönderildim. Sonuç olarak yanmış işte yanıcağı varmış. Çaydanlıklar bana hiç dayanamıyo be blog. Çokyanmayanlısı bunlar. Daha önce de yaptım ondan panik yapmadım blog. Napalım be canımız sağolsun. Geldim buraya devam ediyorum işte. Napıyosun diyenlere takılmaca diyorum feyste. Oldu ozaman blog. Hadi sağlıcakla(n).
17 Aralık 2010 Cuma
Bizanormalgillerdeniz!
Yeah hommie benden nefret edin çünkü sizden değilim tarzı özenti salak saçma bi giriş yapmıycam. Hayır. Ama yine de ilginç bi giriş beklerdiniz benden dimi? Niye çünkü normal değilim. Evet. Sonunda ben de kabullendim hadi şıkkıdı şıkkıdı. Of tırnaklarımı yiyorum, uzatıyorum sonra yine yiyorum. Benim törpüm yok muydu yani? Sonra yerim diyip mi uzattım bunları şimdi blog, ağustos böceği hesaabı. Üf hayır o karıncaydı! Ama ben hep ağustos böceğine hak vermiştim. O değil de bu kadın hala kızını arıyo hacı. Şu Kızım Nerede dizisi be aman! Aylardır zeynep! kızım! diye yırtınmıyo muydu bu dedim hala bulunmamış mı dedim de annem dizi daha yeni başladı dedi. Üzücü tabi. Yani yayınlanma süresinin reklamlarının yayınlanma süresinin yarısı kadar bile süremeyeceği olayı. Ben ilerigörürüm blog çok ilerigörüşlüyümdür. Ama budizinesaçmadizikimizlerbunube'lerim ciddiye alınmalı bence. Bu kadın kaç bölüm arıycak yani kızını. Elbisesini kumlarda buldular hiiii kız ozamandan beri çıplak mıymış tüüüü! Bi de Aşk Bir Hayal var ki beni benden alır abi. Orda başrol olan kızı en az 653675367537 kez ağlarken gördüm. Aslında o kıza sadece ağlaması için para veriyolar, ağlıyo parasını alıyo yine ağlıyo. Ben de ağladım ulan! Şimdi de bananişeyolmazkimgörmüşüzüldüğümü'leri oynamıycam. Ağlayınca çirkin olduğumu kimse söylemedi bana mesela -ağlayınca kimse para da vermedi tabi-.Niye çünkükimsegörmediulan. Neyse, şimdi ben beni karşıma alıp ağlamayıncaçirkindeğilmiydinyani'leri sordum kenara çekip. Çirkin ama sevimli tanımına girerim belki lan sürümden kurtarır gülüşlerim. Hof sıkıldım kendim için kurduğum nasıldamelankolikkıznasıldaduygusalkız'lı tanımları alıpgidiyorum . Arkama bakmadan gidiyorum şimdi de blog. Adımlarım da sürümden kurtarmayacak gülüşlerim gibi. Si yu.
15 Aralık 2010 Çarşamba
Elektrik Alamadım!
Söylemeye dilim varmıyo ama blog, bi saat önce elektrikler kesildi:( Evet tam 1 saattir kalorifer peteğiyle aramız limoni, onu elektriksiz battaniyeyle aldattım. Ya n'apsaydım blog ha, tüm soğukluğuna rağmen ona sarılmaya devam mı etseydim. Bu, ruhsuz bi mutfak dolabından üzerine puding döktüğüm için özür dilemek gibi olurdu ki, o buna hiçbir zaman izin vermedi çünkü aramızda hiç böyle bi samimiyet olmadı, çünkü o hiçbi zaman, her seferinde ne güzel döküyosun şu pudingi be! demedi çünkü o ruhsuzdu. Ama üzüldüğüm şey bu da değil, ben aslında interneti olmadığı için bi kenara attığım netbookuma yaptım en büyük ihaneti. Kalorifer peteğinin önünde oturmuş netbookum elimde mutlu bi tablo çizerken birden o oldu, elektrikler gitti. Aslında hiçbi zaman sevgiyle şöyle içtenlikle bakmadığım ama 24 saat çalışan tv yine açıktı ve İzdivaç'ta herkes birbirine girmişti.-İzlemiyordum ama dinliyordum belki onu da eski tip bir radyoyla aldatabilirdim, evet bunu çağımızın teknolojisiyle de yapabilirdim ama vicdanım bir anda böyle bi geçişi kabullenemezdi- Evet birden susmayan tv sustu, akvaryumdan gelen motor sesi sustu, adeta dünya durdu. Ben gülümsedim ve içsesimi sevgiyle selamladım. Çünkü o anında bir sazan edasıyla atlayıp; "iyi ki de netbookunu sarj etmişsin, koş yeni sitelere dünya dursun sen sörf yap" dedi. Aynı gülümseyişle ekrana baktım ama o bana "Internet Explorer web sayfasını görüntüleyemiyor" gerçeğiyle geldi. Anneme dönüp; elektrikler kesilince modem de gidiyomuş yea dedim anın salaklığıyla. Duygu dolu anlar yaşadık işte blog, napalım şuraya ne yazıldıysa o yani sonuçta. Evet şuraya blog. Saçlarım kapattığı için yazı okunmuyo ama benim de alnımda bi yazı vardır elbet anasını satiyim be. Şimdi herşey yenilendi, buzdolabı yine soğutmaya, peteğim yine ısıtmaya devam etti. Çaktırma blog petek onu aldattığımı görmedi, battaniyeyi de diğer odaya taşıdık hemen. Ama evcil güvercinlerimden hasta ve diğer peteğin altında ısınmakta olanı 1 saat süreyle üşüdü -kabul etmedi ona bulduğum havluya sarılmayı- ve akvaryumdaki motor çalışmayı bıraktı. Onu aldatan da olmamıştı "lan geldi işte elektrik çalışsana embesil!" demek istesem de demedim çünkü ben bu yazıya çok farklı duygularla başlamıştım ve üslubumu hep nazik kullanmıştım, olmazdı, can sıkardı. Bir zahiyatla bugün de durumu kurtardık blog, powerpuffgirls sayesinde. Ay pardon İstanbul Elektrik Bilmemnesi sayesinde. Tv mi o da iyi, hala izdivaçı göstermeye devam ediyo. Neyse sonuç olarak 6357653376537 milyon izdivaçseverin de bildiği gibi ELEKTRİK ÖNEMLİ. Çok duygulandım ulan daha fazla devam edemicem, Edison'un da ruhu şad olsun blog. Saygılar hürmetler.
13 Aralık 2010 Pazartesi
Seeeevmiyoruuuğm kışı sevmiyoruuğğm!
Yağmur yağdı, kar yağdı, üşüdük, hadi tamam yaz gelsin artık. Çok fena ya sıcak yataktan kalkmak kaloriferi yakmak ev ısınana kadar kalorifer peteğiyle tek vücut olmak. Sadece bunlar olsa eyvallah tamam da bi de dışarı çıkmak zorunda olmak var tabi. Gideceğin yer okulsa ve sabahın köründe kalkıp gitmek zorundaysan işkence. Buna bi de 5426524652 saatlik okul yolunu ekle işkencenin boyutunu hesapla. Ulan sevmiyorum kışı yea! Alın beni burdan sıcak ülkelere taşıyın. Bikaç milyon yıl önce felsefe dersinde hoca bi filozoftan bahsetmişti, adam ömrünü sıcak yatağında düşünürek geçirmiş. En son kralın mı bilmemkimin kızına ders vermek üzere Fransa'ya mı ne gitmiş. Zorla götürmüşler tabi adamı üşümüş ölmüş. Bunu da niye anlattıysam işte bırakın abi beni valla 72687363873 yıl yatağımda düşünürüm filozof da olurum peygamber de olurum, -yatak çevremde- kralık da kurarım. Çok mu tembelim lahn? Evek tembelim dağılın.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)